Sakin ve iyi bir film…
Million Dollar Baby | Milyonluk Bebek | ABD 2004
Yönetmen · Yapımcı · Orijinal müzik: Clint Eastwood
Oyuncular: Clint Eastwood, Hilary Swank, Morgan
Freeman, Jay Baruchel, Mike Colter, Lucia Rijker vd.
Dört Oscar: En iyi film, en iyi reji, en iyi baş kadın oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu… Hollywood şimdi yetmişini geçmiş (75 yaşında) ama işi bitmemiş bir oyuncusunu / yönetmenini kutluyor, kutsuyor. O da yaşlandıkça minimalist sinemasıyla adeta Hollywood’a eski dönemlerin havasını yeniden getirmeye çalışıyor. Yaptığı bir yandan ana akım sineması –anlattığı öyküler tam Amerikan hikâyeleri- bir yandan da biçimsel olarak sürekli hareket, hep daha fazla hareket isteyen ana akım sinemasına ters, sakin, öyküsü ve karakterleri için zaman ayıran, seyirciye seyirlik zaman bırakan, zaman alan filmler.
En sonuncu da öyle.
Filmin geçtiği mekân ağılıklı olarak karanlık, iyi günlerini çoktan geride bırakmış bir boks /antrenman kulübü. Döküntü, kırık dökük bir mekân. Mavi ve gri egemen renkler. Geçmişe ait, ölmekte olan, son demlerini yaşayan bir mekân. Öyküsü anlatılan üç kişinin ikisi bu mekânın insanları. Nesli tükenen iki ihtiyar: Boks antrenörü ve menajeri Frankie (Clint Eastwood) ve eski bir boksör, tek gözü kör, Frankie’nin dövüşmesini henüz istemediği bir şampiyonluk maçında kör olmuş Scrap (Morgan Freemann). Bu ikisi arasındaki ilişki, filmin öykülerinden biri. Birbirlerini on yıllardır tanıyan, biri diğerinin ne düşündüğünü konuşmadan da bilen iki dost. Her ikisi de birbirinin zaaflarını, güçlü yanlarını bilen, anlaşamadıkları konularda birbirlerine kızan, fakat birbirlerine saygı ve sevgileri bozulmayan, her biri diğerinin daha iyi yaşamasını isteyen insanlar. Bu yanı ile film bir arkadaşlık-dostluk filmi.
Ve filmin üçüncü kişisi: Magie (Hilary Swank). Frankie ve Scrap’a göre çok genç, fakat boksa başlamak için oldukça yaşlı, 31 yaşında, babasız büyümüş bir genç kadın. Yüz kilonun üzerinde sosyal yardımla geçinen, yalnızca kendini düşünen, görünürde çocuk sevgisi diye bir şey bilmeyen bir annesi var. Yine çalışmadan, sosyal yardımla geçinen, iki küçük çocuğu ile birlikte annesinin yanında kalan bir kızkardeşi var. Annesinin genci. Onun kocası hapiste. Asosyal bir tip. Magie bu aileden çıkıp gelmiş, geldiği kentte küçük, karanlık bir odada yalnız başına yaşıyor. Arkadaşı filan yok. Garsonlukla geçiniyor. Tek isteği, hayali, tutkusu var: Boksör olmak. içinde yaşadığı hayattan çıkmanın tek yolu bu onun için. Büyük zorluklarla kuruş kuruş biriktirdiği parayı Frankie’nin salonuna aidat olarak ödüyor.
Bu yalnız başına çalışan genç kadın, Frankie’nin dikkatini çekiyor. Magie, Frankie’nin kendine antrenörlük yapmasını, menajeri olmasını istiyor. Fakat Frankie’nin ilkeleri vardır. O kadın çalıştırmaz!
Frankie’nin Magie yaşlarında filmde hiç görmediğimiz, yalnızca Frankie’nin her hafta yazdığı ve sürekli geri dönen mektupları dolayısıyla tanıdığımız bir kızı vardır.
Frankie de Magie gibi mutsuz, yalnız bir insandır. Filmde “dost”u diyebileceğimiz iki insan vardır: Scrap ve hemen her gün gidip sürekli sorularla sıkıştırdığı papaz. Sorduğu sorular kiliseyi ve dini, “tanrısal adalet”i sorgulayan sorular. Fakat papazı kızdıran sorulara rağmen, derin bir inanca sahip bir kişi Frankie. O duygusuzluk gibi görünebilecek sakin görüntüsü altında derin duygularını gizleyen biri. Gal’li bir göçmen. Boş zamanlarını Yates’i galce okuyarak geçiren bir insan.
Film bir yanı ile tipik bir boksör filmi. Alttan gelen birinin, boks sayesinde yükselmesi ve zirveye varması öyküsü. Tipik bir Amerikan “her şey mümkündür, yeter ki iste” öyküsü. Tabii salt isteğin yetmediği, hedefe varmak için eziyet derecesinde çalışmaya hazır olmak gerektiği da anlatılıyor. Frankie, Magie’nin ısrarlı çabaları karşısında, onun ciddi olduğunu anladığı noktada, onun antrenörlüğünü üzerleniyor ve Magie’den bir şampiyon çıkarmaya soyunuyor. Film boksla ilgili boyutunda bir dizi antrenman ve boks maç sahneleriyle –fakat tanıdığımız Rocky tipi boks filmlerinin tersine, bunları merkeze koymadan- boksun ne kadar ciddi, zor, tehlikeli bir spor olduğunu, bu sporu meslek olarak yapanların neden bu sporu seçtiklerini anlamak için ipuçları sunuyor.
Diğer yandan film aynı zamanda kızını yitirmiş, onu arayan bir babayla, babasız büyümüş, onu ve kendisini koruyan, seven bir aile arayan bir genç kadının arayışlarının ve bu iki insanın birbirlerinde aradıklarını bulmalarının öyküsü. Bir baba-kız, bir aile arama öyküsü.
Frankie, tabii şimdi Magie de, bulduğu kızının başarılı olmasını, onun hayal ettiği hedefe ulaşmasını istiyor. Bunun için çalışıyor. Fakat diğer yandan Magie’nin tehlikeyi küçümseyen, kendini sakınmayan tavrından, ringe çıktığında antrenörünün sözünü dinlemeyen sporcunun (babasının sözünü dinlemeyen kızının) tavrından korkuyor. Gözü gibi sakındığı sporcusunun (kızının) bir zarar görmesini istemiyor. Daha önce dostu Scrap’ta yaşadığı dramı yeniden yaşamak istemiyor. Karşısına çıkan her rakibesini çok kısa süre içinde nakavt eden Magie’nin ısrarı üzerine bir eski Doğu Alman kadın boksörü ile şampiyonluk maçı yapılmasını kabul ediyor.
Şampiyonluk maçlarına kızını üzerinde Ma Guş yazan bir bornozla çıkarıyor. Kızının ısrarlarına rağmen, bunun ne demek olduğunu açıklamıyor ona. Yalnızca şampiyon olduğunda açıklayacağı sözünü veriyor.
Film Ma Guş’un son maçında Doğu Alman kadın boksörün sporla ilgisi olmayan bir darbesiyle yeni bir mecraya giriyor. Magie kariyerinin zirvesinde onulmaz bir biçimde felç oluyor. Bütün hayatı boyunca başka insanların yardımına muhtaç olarak yaşayabilecek biri haline geliyor. Film bu noktadan itibaren ölmek isteyen, bunu açık bilinçle ve kesin olarak isteyen, birinin yardımı olmaksızın intihar etme imkânı olmayan bir kişiye yardımcı olmanın doğru olup olmadığı sorusunu tartışan bir filme dönüşüyor. Kızına Ma Guş’un anlamının “prensesim” olduğunu açıklayan, sakat kızına hayatı boyunca bakmaya hazır olan, onun herşeye rağmen yaşamasını isteyen Frankie ve “ben istediğim hayatı yaşadım, bu hayat benim istediğim hayat değil, bu benim için yaşamak değil, beni seviyorsan ölmeme yardım et” ısrarındaki Magie’nin öyküsü.
Milyonluk bebek öyküsü ile çok önemli bir ahlaki soruyu da tartışan anlatımı ile, oyuncuları ile ortalamanın üzerinde bir Hollywood filmi.
Bu çapta bir filmde şaşırtıcı hatalar da var:
Örneğin boks/senaryo açısından: Magie son maçında maçı kazanıyor. Hakem rakibeye sayıyor. Ve maçı durduruyor. Magie kazanmıştır. Maç hakem tarafından bitirildikten sonra Magie’nin rakibesi Magie ya saldırarak, onun beklemediği bir anda onu bir yumrukla deviriyor. Hazırlıksız Magie’nin başı ring tabanına vuruyor. Ve Magie komaya giriyor. Aslında Doğu Alman boksörün yaptığı cinayete teşebbüstür. Suçtur. Fakat daha sonra Magie’nin yenilmiş olduğunu öğreniyoruz. Senaryo açısından olmaz bir hata bu. Ama oluyor.
Neden sorusunu sordum: Şundan başka cevap bulamadım: Çünkü babanın prensiplerinden vazgeçip, daha önce şampiyon olmadan söylemeyeceğini açıkladığı “Ma Guş”un anlamını, şampiyon olmaksızın da açıklaması daha dramatik. “Sen kazanmadın ama benim şampiyonum sensin” demenin Eastwoodcası.
Ya da Magie’yi ölüme gönderen kadın boksör tipi. Kadın tam bir soğuk savaş artığı klişe bir tip. Hakkında “onun eski Doğu Alman orospusu” olduğu bilgisi veriliyor! Gösterilen maç sahnelerinde kuralsız, kalleş ve öldürücü bir tip. Onu gördüğünüzde “aman Magie’yi bu vahşi hayvanın önüne atma” diyeceğiniz bir tip. Aslında Rocky III’teki Rus savaş makinesi neyse, onun kadın versiyonu. Bu inandırıcı olmayan, gereksiz bir karikatür.
Aynı şekilde Magie’nin ailesi. Özelliklerini yukarda anlatmaya çalıştım. Bunların Magie’nin felç olarak yattığı hastaneye bir gelişleri var, ilk bakışta iğreniyorsunuz. Hepsi asosyal, basit insani değerlerle bir bağları kalmamış ve bu yüzlerine, görünüşlerine de yansımış. Burada da klişeler sonuna kadar zorlanmış. Ortaya çıkan bir karikatür. Bence bunlara ihtiyaç yoktu. Daha gerçekçi, daha az klişe filme kaybettirmez, kazandırırdı.
Anuş Pazarciyan