Ne zaman bir çocuğa tecavüz haberi okusam, aklıma hep Helnwein’in bir tablosu (Das Sonntagskind / Pazar günü çocuğu, 1972) gelir…
Helnwein katalogunda resmin altına metin yazarı şunları not düşmüş: „Görme-engelli kolluğuyla küçük kız, ithal mallar satan bir dükkan kapısında durmuş, gülüyor. Kendisini izleyenlere dil çıkarıyor. Bacak arasından kanlar akıyor. Ne olmuş? Küçük kız ve dondurma yalayan ördek biraz önce orda mutlu değil miydiler? Orada, Avusturyalı çocuklar tarafından onyıllar boyunca neredeyse tapılan Bensdorp-Çikolatasının satıldığı yerde?
Bozulan mutluluk tablosu ve çocukların korumasızlığı! Gottfried Helnwein bu tablosunda en çok önemsediği bir konuyu gündeme getiriyor: Çocuk hakları ve her türden çocuk istismarına karşı mücadele.“ (Helnwein, Benedikt Taschen, Köln, 1992)
Evet resim tüyler ürpertici. Ama yaşananlar yansıyandan daha da acı, daha da korkunç, daha da ürpertici… İşte Siirt’te ortaya çıkan çocuklara yönelik tecavüz örneği…
Buzdağının ucu…
Nisan ayında Siirt’te bir tecavüz olayı patlak verdi… İlköğretim öğrencisi 14 yaşındaki bir kız, geçen yıl okulu bırakan 16 yaşındaki ablası ile birlikte kendilerine iki yıldır tecavüz edildiğini rehberlik öğretmenine anlattılar. Kızların anlattığına göre, okulun müdür yardımcısının da aralarında olduğu onlarca erkek kızlara tacizde bulunuyor, cinsel ilişkiye zorluyordu. Rehber öğretmen, hemen diğer müdür yardımcısıyla konuştu ve olay polise yansıdı. Çocuklara tecavüz eden yaşları 14-70 arasında değişen 100 erkeğin arasında okulun müdür yardımcısı yanında, kızların sınıf arkadaşları, Siirt’in tanınmış ailelerine mensup esnaf, hacı dedeler, bir asker, bir polis vardı. 100 erkek sorgulandı, 16’sı tutuklandı, 25’i gözaltında… Müdür yardımcısı soruşturma başladıktan sonra kayıplara karıştı.
Olay yargıya yansımıştı ama haberle ilgili detaylar açık değildi; savcılık ve emniyet, “gizli soruşturma” gerekçesiyle bilgi vermiyordu, şehirdekiler ‘Siirt’in adının kötüye çıkmaması adına’ sessizliğe bürünmüşlerdi vs… Hatta gazetelerin yazdığına göre „Siirtli erkekler müthiş bir dayanışma, birlik ve beraberlik halinde“lerdi.
Gazetelerin yazdığına göre çocukların ailesi fakirdi. Baba hamallık yapıyordu. Cocuklar yedi kardeşti… Ağabey Yunus, on yıl önce kaybolduğunda 12 yaşındaydı. Büyük kız 5. sınıftayken tecavüze uğramıştı. Korkudan birşey söyleyememişti. Bu durum esnaf arasında kulaktan kulağa yayılmış ve tacizci ve tecavüzcü sayısı artmıştı. 3 – 5 TL arasında değişen para, çikolata, şeker ya da çubuk kraker verilerek çocuğa tecavüz edilmişti. Tecavüzcüler büyük kıza yaptıklarını küçük kıza da yapmaya başlamışlardı. Okulun müdür yardımcısı da geri durmamış, o da kardeşlere tacizde bulunmuştu. Müdür yardımcısının sıkıştırmasından ve tehditlerinden bunalan çocuk çareyi rehberlik öğretmeniyle konuşmakta bulmuş ve Siirt’te bilinip de görmezden gelinen gerçekler açığa çıkmıştı.
Olayın ortaya çıkması erkek egemen toplumun karakterini de bir kez daha ortaya koydu: Sistem direniyordu, egemen anlayış direniyordu, bunun için ellerinde varolan araçları alabildiğine kullanıyordu vs. Bir yanda olay göstermelik olarak kınanırken, diğer yandan „Siirtlilerin ya da herhangi bir bölgenin, kişinin adı çıkmaması için“ olay örtbas edilmeye çalışılıyordu. Konuşmaya geldiğinde ahlakçı kesilenler tecavüz olayı patlak verdiğinde suspus kesiliyordu… Egemenlerin hakimiyetinde olan, erkekler olduğu için tecavüz olayı da öyle kolay kolay açığa çıkmıyordu. Çıkınca da hemen üzeri kapatılmaya çalışılıyordu… Olayların tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasını ve mücadele edilmesini tabular engelliyordu…
Böyle ol hikaye…
Çocukların cinsel istismarı, bütün sömürücü toplumlar boyunca süregelen bir durum. Varlığı bilinen ve ama bilinmezlikten gelinen, görülen ama görülmezlikten gelinen bir toplumsal kötülük. İkiyüzlü ahlakçılıkla tabulaştırılmış bir kötülük. Öyle bir tabu ki, istismara maruz kalan çocukları bütünüyle dilsiz ve korumasız bırakmaktan öte bir işe yaramıyor.
Siirt olayı örneğinde olduğu gibi çok uç noktadaki bazı vahim olaylar skandallarla medyaya yansıyor, hepsi o kadar. Sorunun köklü çözümü için gerekli müdahaleler yok ortada. Bunun için çocuk hakları için mücadele! Çocukların her türden istismarına karşı mücadele gerek.
Tecavüz her alanda!
Çocuklara ya da kadınlara yönelik taciz ve tecavüzle elbette mücadele etmek gerek… Bunun için yapılan kampanyalara katılmak (ki Siirt olayı patlak vermeden kısa bir süre önce kimi kurumlar „tecavüz kültürü“ne karşı kampanya başlattılar, olaydan sonra çeşitli eylemlerle kampanyayı yükseltmeye çalıştılar), destek vermek; olayların üzerine gitmek, tabuları kırmak, erkek egemenliğine karşı her türlü araçla mücadele etmek… bunların hepsi önemli, değerli… Ancak bu mücadele yürütülürken bir şeyin bilincinde olmak gerekli:
Taciz-tecavüz olayları, bunların çeşitli yol ve yöntemlerle, baskıyla, ahlakçılıkla, dinle, vb. vb. gizlenmesi; sistemden bağımsız değil, tam tersine „tecavüz kültürü“ bu sömürücü, baskıcı sistemin bir parçası, onun bir alanı…
Tecavüz sadece kadınlara, cocuklara, kimi halde erkeklere cinsel saldırı değil… Elbette tecavüzün bir karşılığı olarak bu da var. Ama tecavüz aynı zamanda; „1. Saldırı. 2. Başkasının hakkına el uzatma. 3. esk. Aşma, ötesine geçme.“ (TDK Büyük Sözlük) anlamlarına da geliyor.
Bu durumda tecavüz örneğin güçlü olanın güçsüze saldırısı, onu boyunduruk altına almak istemesidir de… Örneğin dünya ölçeğinde konuşacak olursak İsrail devleti tecavüzcü bir devlettir! Örneğin ABD, Rusya, Almanya, İngiltere vd. tecavüzcüdürler… Kendi çıkarları için güçsüz olana saldırı içindedirler…
Ulusal baskının olduğu yerde egemen ulusun ezilen ulus ve milliyetlere, azınlıklara, onların en temel haklarına tecavüzü var … En son Kırgızistan’da Özbek azınlığa yönelik saldırıya bakalım… Haydi o kadar uzağa gitmeyelim, isimleri değiştirelim, Türkiye diyelim, Kürdistan diyemiyoruz, Kürtler diyelim… (Öyle ya kelimeler bile tecavüz altında!) Türkiye devleti egemenliği altında bulunan halkların ve milliyetlerin en temel, en demokratik haklarını ortadan kaldırarak, onları zorla boyunduruk altında tutmaktadır. Tecavüzcüdür!
Kazanılmış hakların kısıtlanması, işçilerin, emekçilerin daha da fazla sömürülmesi tecavüzün bir çeşidi olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin fabrikada patron tecavüzcüdür! İşçilerin hakkına el uzatmakta, gaspetmektedir. Patronların devleti de çıkardığı yasalarla, elindeki zor gücüyle tecavüz eyleminde patronların yanındadır.
Biraz daha konu üzerine yazsak, bu kez bizim yazma özgürlüğümüz tecavüze uğrayacak! (Yoksa biz de Siirtliler gibi „adımız çıkmasın diye“ ses çıkarmasak mı?!!!) Bu da başka bir tecavüz ve hiç de yabancısı degiliz…
Yıllarca bu ülkede insanların düşünme haklarına, yazma haklarına saldırılmadı mı? İnsanlar düşüncelerinden, düşüncelerini ifade etmekten yargılanıp hapishanelerde çürütülmediler mi? Bu ülkenin gazetecileri, demokratik açılımın çokça dillendirildiği, göstermelik toplantıların, ‚kahvaltıların’ yapıldığı bugün bile, koğuşturmaya uğramıyorlar mı?! Muhalif gazetelere, dergilere yasaklar, cezalar verilmiyor mu?! Bu ülkede düşünceleri açıkça ifade sisteme, devlete muhalif olanların en fazla tecavüze uğradıkları alan…
Bu devletin, sistemin aydın düşünceye uyguladığı tecavüzün “başkasının hakkına el uzatma“ şeklidir!
***
Toplumları binlerce yıl boyunca sömürü, baskı ve zor altında tutan, sömürü ve zulüm üzerine kurulu bugünkü sistemin sahipleri, yarattıkları bu kültürü tüm toplumda hakim hale getirmişlerdir. Öyle ki bu kültürle yaşayan, bu kültürle beslenen toplumun önemli bir kesimi tecavüz kültürüne uygun hareket etmiştir, etmektedir. „Gücü güce yetene“ toplumudur bugün içinde yaşadığımız toplum; „büyük balığın küçük balığı yuttuğu“, „güçlünün haklı“ olduğu toplumdur! Bu toplum bilinçlerin tecavüze uğradığı, bilinçlerin esir alındığı toplumdur. Böylesi bir içselleşmenin yaşandığı, toplumun önemli bir kesiminin tecavüz kültüründen beslendiği bu baskıcı-sömürücü toplumda tecavüz kültürü ortadan kaldırılmak isteniyorsa, tecavüzün tüm biçimleri, tüm görüngüleri ortadan kaldırılmak isteniyorsa… tecavüzcü sistem, bu sistemin sahipleri, koruyucuları ortadan kaldırılmalıdır.
Mücadele tecavüzcü sömürü sistemine, onun sahiplerine karşı olmak zorundadır.
Görev budur!
Derya Gümüş, 20 Haziran 2010 ✓
(Helnwein’ın resmi için bkz. Arkakapak)