Bir referandum sürecinden geçtik… Referandum kampanyası sürecinde partiler, özellikle de AKP ile CHP arasında, daha doğrusu bu partilerin başkanları arasında yaşanan söz düellosu burjuva siyasetin hangi seviyede yürüdüğünü bir kez daha gösterdi.
Bu partilerin liderleri birbirlerine “kalpazan” “şerefsiz adam”, “memur Kemal”, “Başbakan olan ama adam olamayan Tayyip” gibi sözcüklerle hitap etmekten hicap duymadılar…
Hepiniz şu ya da bu ölçüde takip ettiniz, gazetelerden okuyup televizyonlardan izlediniz ama yine de birkaç örnek vermekten geçemeyeceğiz…
Başbakan ana muhalefet partisinin başkanını “Memur Kemal Efendi” olarak küçümsüyordu referandum konuşmaları boyunca. Buna karşın CHP Genel Başkanı şunları söylüyordu:
“Ben memur Kemalim, işçi Kemalim, emekli Kemalim, bunları bana herkes söyleyebilir. Ama hiç kimse bana kalpazan Kemal demedi, değil mi?” (Kılıçdaroğlu’nun Yozgat konuşması)
Bu kez Başbakan “kalpazan” yakıştırmasına bozuluyor, buna karşın CHP Genel Başkanı söz konusu yakıştırmayı “gerekçelendiriyor: “Ne demişim? Recep Bey’e kalpazan demişim. Kalpazanı ben demedim bu ülkenin Cumhuriyet Savcısı diyor. Merak ediyorsa gitsin dosyasına baksın, yazar orada Recep Tayyip Erdoğan diye. Üstelik o dosyayı Meclis’e Recep Tayyip Erdoğan kendi imzasıyla gönderdi. Ve o yazıda da kendisinin kalpazanlıkla suçlandığını kendisi de okuyor. Recep Bey sen onu okuyorsun da bana niye sitem ediyorsun? Yapmasaydın o işi.” (Kılıçdaroğlu’nun Sinop konuşması) ve ekliyordu:
“Parlamentoda kalpazan Başbakan istemiyoruz, tamam mı?” (Kılıçdaroğlu’nun Antalya konuşması)
Bu hengamede birbirlerine laf yetiştirmeye çalışan parti liderleri birbirlerinin yüreklerinin sağlamlığını da sorguladılar. Recep Tayyip Erdoğan’ın “cephedeki” askerlere yaptığı “moral” gezisinde siperde “çömelmesi”, akabinde CHP liderinin siperde çömelmeden “dimdik” durması tartışması var ki, bu da burjuva politik tarihine ibretlik bir tartışma olarak kaydedildi.
“Yüreksizlik” tartışması bununla sınırlı kalmadı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Başbakanı TV’de düelloya çağırdığında da alevlendi:
“Yüreğin varsa, adam gibi adamsan istediğin televizyon kanalında, istediğin gazetecilerle çık karşıma bakayım. Benim karşıma çıkmaya cesaret edebilir mi? Edemez, çünkü, benim karşıma çıkacak adamda mangal gibi yürek olması lazım!” (Kılıçdaroğlu’nun Konya konuşması)
Başbakan “yüreksizliğinden” mi yoksa başka bir nedenle mi bilinmez TV düellosuna çıkmadı. Bu arada ama CHP liderinin kendisine yönelik olarak söylediği “muhtar bile olamazsın” saldırısını “Başbakanlığını” hatırlatarak boşa çıkarmaya çalışmasına Kılıçdaroğlu Konya mitinginde cevabı yapıştırıyordu:
“Bugün demiş ki ‘bana muhtar olamazsın dediler, ama Başbakan oldum.’ Siz neyi söylemek istediğimi biliyorsunuz değil mi? Adam olmak başka bir şey. Başbakan’a onu söylemek lazım, ben sana ‘Başbakan olamazsın’ demedim, adam olacaksın adam!”
‘ŞEREFSİZLER’!
Başbakan Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli arasında referandum meydanlarındaki gerginlik ve polemik “şerefsiz” sözüne kadar uzandı. Söz konusu polemik MHP’nin hükümete yönelik ‘PKK ile pazarlık yapıldığı’ iddiaları nedeniyle başladı. Başbakan bu iddiaları ‘şerefsizlik’ olarak nitelendirirken Bahçeli, “Sayın Başbakan adeta kızarıyor, yaptığından utanıyor ve bunu üstünden atabilmek için MHP’ye saldırıyor. ’Bu diyalogu, bu pazarlığı açıklamazsanız şerefsizsiniz’ diyor. MHP, bu şerefsizliği kabul etmez. Sen açıklamazsan, günü saati geldiğinde Milliyetçi Hareket bunu açıklar ve açıklamakla beraber terör örgütü ile nasıl işbirliği yaptığının hesabını da sorar. Sen hangi işbirliğini, kiminle nasıl yaptığını açıklamak yerine gerçeklerin üstünü örtmek için MHP’ye niçin saldırıyorsun?” diyordu.
Referandum sürecinde seviye “şerefsizliğe” kadar düşmüştü. Bu Türkiye’de burjuva siyasetin seviyesinin çukur halidir. Tüm bu ve benzeri seviyesizliklerle işçilerin, emekçilerin büyük çoğunluğunu kendi ‘evet’lerinin, kendi ‘hayır’larının peşinden sürüklediler, sandığa taşıdılar.
Seçimler yapılıp her şey bittikten sonra bu kez hiçbir şey olmamışçasına “barış” ilan edildi! Kendi deyişlerine göre “her şey geride kalmıştı!” Referandum ateşinde birtakım kırıcı kelimelerin sarf edilmesi “normal”di vs. vb. Aslında elbette bir bütün olarak bu kültürden uzaklaşma söz konusu değildi. Sadece referandum sürecinde ‘fazla ileri gittiklerini’ düşünmüş olacaklar ki, biraz da sistemin devamına halel gelmemesi için söylemlerini biraz olsun yumuşattılar.
Ama yine bir seçim ortamında ya da önemli bir tartışmada bunlar seviyesiz üslubu birbirlerine karşı kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.
ÇUKUR ONLARA YAKIŞIR!
Burjuva politikanın böylesine seviyesizliği karşısında kitleler bu duruma fazla bir tepki göstermediler. Çünkü onlara öyle öğretilmişti; küfürlü siyaset işçilere, emekçilere „iyi politika yapmak“ olarak anlatılmıştı yıllardır. Bu topraklarda küfür seviyesizliği sadece burjuva politikanın değil, günlük yaşamın/kültürün bir parçasıydı!
Bırakalım burjuvalar, burjuva politikacılar çukurlarında debelenip dursunlar.
İşçiler, emekçiler ama burjuvazinin şu ya da bu kanadının kuyruğunda o çukura layık değillerdir.
Bizim burjuva siyasetin bu seviyesizliğine karşı emekçilere bir şeyler anlatmak/kavratmak görevimiz vardır. Bizim burjuva siyasetin çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu anlatma görevimiz vardır. Bizim işçileri, emekçileri bu seviyesiz politikanın, politikacıların pençesinden kurtarmak görevimiz vardır. Bizim işçilere, emekçilere sistemin “oy veren figüranları” olmak yerine kendi sınıfsal çıkarları için siyaset yapma, bu kokuşmuş sistemi yıkıp yerine kendi iktidarlarını kurma düşüncesini anlatma görevimiz vardır.
Bilince çıkarılması gereken budur!
SANATTA “YAVŞAK” TARTIŞMASI SÜRÜYOR…
Sanatta da seviye çukur!
Seviyesizlik burjuva politikayla/politikacılarla sınırlı değil… Seviyesizlik birçok alanda kendisini gösteriyor. Son günlerde örneğin sanat çevrelerinde bir ‘yavşak tartışması yürüyor. Biri müzik, diğeri tiyatro alanında olmak üzere iki “yavşak” vakası yaşandı son günlerde.
Birinci “yavşak vakası” Fazıl Say’ın internetteki paylaşım sitesinde “Arabesk yavşaklığından utanıyorum“ demesiyle başladı. Dünyaca ünlü “piyanistimiz” çok “seviyeli” bir şekilde arabesk müziği halledivermişti! Aslında bu cümlede “kendisinin” arabeski sevmediğini söylemek istiyordu belki, ama bunun ifadesi seviyesiz olunca tepki toplamaya başladı.
Tartışma internetin paylaşım sitelerinde, televizyon ekranlarında ve gazete sütunlarında sürdürüldü. Fazıl Say Mustafa Kemal’i de tartışmanın içine sokarak tartışmayı “üst boyutlarda” sürdürmeye kalkıştıysa da sonuçta, „İnsanın bazen kabardığı anlar vardır. İşte öyle bir anda twitter’de yavşak kelimesini kullanarak erdemsizlik ettim.“ diyerek “barış” ilan etti.
Olay nedir?
“Yavşaklığı” çıkarırsak olay, özü itibariyle, elitist/Kemalist kesimden bir sanatçının popüler sanatı küçümsemesi ve bu küçümsemeye popüler sanatın temsilcilerinin tepkisidir. Olaya/tartışmaya Mustafa Kemal’in, sokulmasının nedeni, tartışma içinde Mustafa Kemal döneminde klasik batı müziğinin topluma yer yer zorla kabul ettirilmeye çalışılmasının popüler kültür taraftarlarınca hatırlatılmasıdır. Sık sık Atatürkçü düşünceyi savunduğunu söyleyen, bugünkü hükümet iktidarında yaşamayı istemediğini söyleyerek siyasi tavrını ortaya koyan, hatta bir ara bu nedenle Türkiye’yi terketmeye kalkışan Fazıl Say’ın seviyesizliği ve ona yönelik seviyesiz tepkiler yukarıda aktardığımız CHP-AKP seviyesizliğinin bir anlamda benzeridir. Birinci “yavşak olayı”nın / “tartışmasının” üzeri biraz kazınsa, tartışmanın temelinde yatanın anda yürüyen iktidar dalaşının kültür alanındaki bir versiyonu olduğu ortaya çıkar.
İkinci “yavşak” tartışmasının ama böyle bir temeli yoktur.
Tiyatro sanatçısı Haluk Bilginer bir röportajında, “Babam öldü ama hala sahneye çıkarım’ yavşaklığına inanmam. Ben babam ölürse sahneye filan çıkmam, k.çımı yesin herkes. Eski tiyatrocular, Anadolu’yu turlarken, parasızlıktan otelde rehin kaldık der ya, marifet diye mi anlatıyorsun, salaksın!” demiş.
Vay sen misin bunu söyleyen!
Önce tiyatronun “ağır toplarından” Müjdat Gezen ile Ali Poyrazoğlu bu sözlere sert tepki verdiler. Müjdat Gezen tepkisini “Bu söylenenleri Muhsin Ertuğrul duysa kemikleri sızlar. Asıl seyirciye k.çımı yesin demek yavşaklıktır. Muhsin Ertuğrul, Gazanfer Özcan, Nejat Uygur gibi duayenler, Anadolu’da aç kaldılar, rehin kaldılar, gerçekten babaları öldü sahneye çıktılar. Ben de babam öldüğünde sahneye çıktım. Bence aktörlükten biraz anlayanlar Haluk Bilginer’in şişirilmiş bir balon olduğunu bilirler” diyerek dile getirdi.
Ali Poyrazoğlu ise “Yavşaklık konusunda aynaya bakıp konuşmuş olsa gerek. Haluk’un kendisini şişirdiği kadar efsane olmadığını hepimiz biliyoruz. Seyirciye kıçımı yesinler demek nasıl bir şeydir? Nasıl ar damarı çatlamaktır, haddini bilmezliktir. Seyirci ona cevabını verecektir. Ben babam ve yakınlarım öldüğünde oynadım, bizler oyuncuyuz ve işimizi yapmak zorundayız.”
Tartışma bu söylenenlerle sınırlı kalmadı. Yakınlarını kaybettikten sonra sahneye çıkanlar “profesyonellikten, sanat aşkından” dem vuran konuşmalarla tepkilerini dile getirdiler. Bu arada Müjdat Gezen ve Ali Poyrazoğlu’nun sözleri gazetelerde yer aldıktan sonra Haluk Bilginer bu kez de “Eskilerden ‘çook iyi oyuncu’ olarak hatırlanan birçok ismin aslında çok kötü oyuncular olduğuna eminim. Büyük oyuncu olarak hatırlanan birçoğu, aslında efsane yaratmayı becerebilmiş yavşağın tekiydi. Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle…” dedi.
Bu yürüyen tartışma, içeriğinden bağımsız olarak, üslup açısından sanat camiasında da seviyenin ne durumda olduğunu göstermektedir.
Sanatçılar arasında farklı düşüncelere sahip olması, sanatçıların sanatlarına yaklaşımlarında farklılıklar, sanatın icrasında önceliklere ilişkin farklılıklar vs. vb. anlaşılır. Bu farklılıklar tartışılabilir, tartışılmalıdır. Ama doğru bir üslupla! Son “yavşak” tartışmasında olduğu gibi yanlış bir yöntemle değil!
Aslında bir bütün olarak tartışma kültüründen yoksun bir toplumda sanatçısından da, politikacısından da doğru temeller üzerinde yükselen,, yaratıcı, geliştirici bir tartışma beklemek fazla iyimser bir tavır olacaktır.
Bırakalım, onlar; o elitist “sanatçılar” büyüklük taslamaya devam etsinler. Bırakalım onlar kendi ürettiklerinin dışında kalanları büyük bir kibirle ve ama seviyesiz bir şekilde “tu kaka” ilan etsinler.
Bırakalım onlar kişisel dertlerini, birbirlerine yönelik çekememezliklerini çukura yakışırcasına ifade etsinler; “sanatçı” egolarını seviyesiz yöntemlerle tatmin ededursunlar.
Biz tartışmaların başka türlü olabileceğini söylemeye devam edeceğiz. Biz bu topraklarda bir tartışma kültürünün oluşması için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.
O çukura layık olanlar orada debelenip dursunlar…
Biz o çukurdan uzak duracağız!
29 Eylül 2010 ❧
Referandum sürecinde seviye “şerefsizliğe” kadar düşmüştü. Bu Türkiye’de burjuva siyasetin seviyesinin çukur halidir.
Bir referandum sürecinden geçtik… Referandum kampanyası sürecinde partiler, özellikle de AKP ile CHP arasında, daha doğrusu bu partilerin başkanları arasında yaşanan söz düellosu burjuva siyasetin hangi seviyede yürüdüğünü bir kez daha gösterdi.Bu partilerin liderleri birbirlerine “kalpazan” “şerefsiz adam”, “memur Kemal”, “Başbakan olan ama adam olamayan Tayyip” gibi sözcüklerle hitap etmekten hicap duymadılar… Hepiniz şu ya da bu ölçüde takip ettiniz, gazetelerden okuyup televizyonlardan izlediniz ama yine de birkaç örnek vermekten geçemeyeceğiz…
Başbakan ana muhalefet partisinin başkanını “Memur Kemal Efendi” olarak küçümsüyordu referandum konuşmaları boyunca. Buna karşın CHP Genel Başkanı şunları söylüyordu:“Ben memur Kemalim, işçi Kemalim, emekli Kemalim, bunları bana herkes söyleyebilir. Ama hiç kimse bana kalpazan Kemal demedi, değil mi?” (Kılıçdaroğlu’nun Yozgat konuşması)Bu kez Başbakan “kalpazan” yakıştırmasına bozuluyor, buna karşın CHP Genel Başkanı söz konusu yakıştırmayı “gerekçelendiriyor: “Ne demişim? Recep Bey’e kalpazan demişim. Kalpazanı ben demedim bu ülkenin Cumhuriyet Savcısı diyor. Merak ediyorsa gitsin dosyasına baksın, yazar orada Recep Tayyip Erdoğan diye. Üstelik o dosyayı Meclis’e Recep Tayyip Erdoğan kendi imzasıyla gönderdi. Ve o yazıda da kendisinin kalpazanlıkla suçlandığını kendisi de okuyor. Recep Bey sen onu okuyorsun da bana niye sitem ediyorsun? Yapmasaydın o işi.” (Kılıçdaroğlu’nun Sinop konuşması) ve ekliyordu:“Parlamentoda kalpazan Başbakan istemiyoruz, tamam mı?” (Kılıçdaroğlu’nun Antalya konuşması)Bu hengamede birbirlerine laf yetiştirmeye çalışan parti liderleri birbirlerinin yüreklerinin sağlamlığını da sorguladılar. Recep Tayyip Erdoğan’ın “cephedeki” askerlere yaptığı “moral” gezisinde siperde “çömelmesi”, akabinde CHP liderinin siperde çömelmeden “dimdik” durması tartışması var ki, bu da burjuva politik tarihine ibretlik bir tartışma olarak kaydedildi.“Yüreksizlik” tartışması bununla sınırlı kalmadı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Başbakanı TV’de düelloya çağırdığında da alevlendi:“Yüreğin varsa, adam gibi adamsan istediğin televizyon kanalında, istediğin gazetecilerle çık karşıma bakayım. Benim karşıma çıkmaya cesaret edebilir mi? Edemez, çünkü, benim karşıma çıkacak adamda mangal gibi yürek olması lazım!” (Kılıçdaroğlu’nun Konya konuşması)Başbakan “yüreksizliğinden” mi yoksa başka bir nedenle mi bilinmez TV düellosuna çıkmadı. Bu arada ama CHP liderinin kendisine yönelik olarak söylediği “muhtar bile olamazsın” saldırısını “Başbakanlığını” hatırlatarak boşa çıkarmaya çalışmasına Kılıçdaroğlu Konya mitinginde cevabı yapıştırıyordu:“Bugün demiş ki ‘bana muhtar olamazsın dediler, ama Başbakan oldum.’ Siz neyi söylemek istediğimi biliyorsunuz değil mi? Adam olmak başka bir şey. Başbakan’a onu söylemek lazım, ben sana ‘Başbakan olamazsın’ demedim, adam olacaksın adam!”
‘ŞEREFSİZLER’!Başbakan Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli arasında referandum meydanlarındaki gerginlik ve polemik “şerefsiz” sözüne kadar uzandı. Söz konusu polemik MHP’nin hükümete yönelik ‘PKK ile pazarlık yapıldığı’ iddiaları nedeniyle başladı. Başbakan bu iddiaları ‘şerefsizlik’ olarak nitelendirirken Bahçeli, “Sayın Başbakan adeta kızarıyor, yaptığından utanıyor ve bunu üstünden atabilmek için MHP’ye saldırıyor. ’Bu diyalogu, bu pazarlığı açıklamazsanız şerefsizsiniz’ diyor. MHP, bu şerefsizliği kabul etmez. Sen açıklamazsan, günü saati geldiğinde Milliyetçi Hareket bunu açıklar ve açıklamakla beraber terör örgütü ile nasıl işbirliği yaptığının hesabını da sorar. Sen hangi işbirliğini, kiminle nasıl yaptığını açıklamak yerine gerçeklerin üstünü örtmek için MHP’ye niçin saldırıyorsun?” diyordu.Referandum sürecinde seviye “şerefsizliğe” kadar düşmüştü. Bu Türkiye’de burjuva siyasetin seviyesinin çukur halidir. Tüm bu ve benzeri seviyesizliklerle işçilerin, emekçilerin büyük çoğunluğunu kendi ‘evet’lerinin, kendi ‘hayır’larının peşinden sürüklediler, sandığa taşıdılar.Seçimler yapılıp her şey bittikten sonra bu kez hiçbir şey olmamışçasına “barış” ilan edildi! Kendi deyişlerine göre “her şey geride kalmıştı!” Referandum ateşinde birtakım kırıcı kelimelerin sarf edilmesi “normal”di vs. vb. Aslında elbette bir bütün olarak bu kültürden uzaklaşma söz konusu değildi. Sadece referandum sürecinde ‘fazla ileri gittiklerini’ düşünmüş olacaklar ki, biraz da sistemin devamına halel gelmemesi için söylemlerini biraz olsun yumuşattılar.Ama yine bir seçim ortamında ya da önemli bir tartışmada bunlar seviyesiz üslubu birbirlerine karşı kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.
ÇUKUR ONLARA YAKIŞIR!Burjuva politikanın böylesine seviyesizliği karşısında kitleler bu duruma fazla bir tepki göstermediler. Çünkü onlara öyle öğretilmişti; küfürlü siyaset işçilere, emekçilere „iyi politika yapmak“ olarak anlatılmıştı yıllardır. Bu topraklarda küfür seviyesizliği sadece burjuva politikanın değil, günlük yaşamın/kültürün bir parçasıydı!Bırakalım burjuvalar, burjuva politikacılar çukurlarında debelenip dursunlar. İşçiler, emekçiler ama burjuvazinin şu ya da bu kanadının kuyruğunda o çukura layık değillerdir.Bizim burjuva siyasetin bu seviyesizliğine karşı emekçilere bir şeyler anlatmak/kavratmak görevimiz vardır. Bizim burjuva siyasetin çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu anlatma görevimiz vardır. Bizim işçileri, emekçileri bu seviyesiz politikanın, politikacıların pençesinden kurtarmak görevimiz vardır. Bizim işçilere, emekçilere sistemin “oy veren figüranları” olmak yerine kendi sınıfsal çıkarları için siyaset yapma, bu kokuşmuş sistemi yıkıp yerine kendi iktidarlarını kurma düşüncesini anlatma görevimiz vardır.Bilince çıkarılması gereken budur!SANATTA “YAVŞAK” TARTIŞMASI SÜRÜYOR… Sanatta da seviye çukur!Seviyesizlik burjuva politikayla/politikacılarla sınırlı değil… Seviyesizlik birçok alanda kendisini gösteriyor. Son günlerde örneğin sanat çevrelerinde bir ‘yavşak tartışması yürüyor. Biri müzik, diğeri tiyatro alanında olmak üzere iki “yavşak” vakası yaşandı son günlerde.Birinci “yavşak vakası” Fazıl Say’ın internetteki paylaşım sitesinde “Arabesk yavşaklığından utanıyorum“ demesiyle başladı. Dünyaca ünlü “piyanistimiz” çok “seviyeli” bir şekilde arabesk müziği halledivermişti! Aslında bu cümlede “kendisinin” arabeski sevmediğini söylemek istiyordu belki, ama bunun ifadesi seviyesiz olunca tepki toplamaya başladı.Tartışma internetin paylaşım sitelerinde, televizyon ekranlarında ve gazete sütunlarında sürdürüldü. Fazıl Say Mustafa Kemal’i de tartışmanın içine sokarak tartışmayı “üst boyutlarda” sürdürmeye kalkıştıysa da sonuçta, „İnsanın bazen kabardığı anlar vardır. İşte öyle bir anda twitter’de yavşak kelimesini kullanarak erdemsizlik ettim.“ diyerek “barış” ilan etti.Olay nedir?“Yavşaklığı” çıkarırsak olay, özü itibariyle, elitist/Kemalist kesimden bir sanatçının popüler sanatı küçümsemesi ve bu küçümsemeye popüler sanatın temsilcilerinin tepkisidir. Olaya/tartışmaya Mustafa Kemal’in, sokulmasının nedeni, tartışma içinde Mustafa Kemal döneminde klasik batı müziğinin topluma yer yer zorla kabul ettirilmeye çalışılmasının popüler kültür taraftarlarınca hatırlatılmasıdır. Sık sık Atatürkçü düşünceyi savunduğunu söyleyen, bugünkü hükümet iktidarında yaşamayı istemediğini söyleyerek siyasi tavrını ortaya koyan, hatta bir ara bu nedenle Türkiye’yi terketmeye kalkışan Fazıl Say’ın seviyesizliği ve ona yönelik seviyesiz tepkiler yukarıda aktardığımız CHP-AKP seviyesizliğinin bir anlamda benzeridir. Birinci “yavşak olayı”nın / “tartışmasının” üzeri biraz kazınsa, tartışmanın temelinde yatanın anda yürüyen iktidar dalaşının kültür alanındaki bir versiyonu olduğu ortaya çıkar.İkinci “yavşak” tartışmasının ama böyle bir temeli yoktur. Tiyatro sanatçısı Haluk Bilginer bir röportajında, “Babam öldü ama hala sahneye çıkarım’ yavşaklığına inanmam. Ben babam ölürse sahneye filan çıkmam, k.çımı yesin herkes. Eski tiyatrocular, Anadolu’yu turlarken, parasızlıktan otelde rehin kaldık der ya, marifet diye mi anlatıyorsun, salaksın!” demiş.Vay sen misin bunu söyleyen!Önce tiyatronun “ağır toplarından” Müjdat Gezen ile Ali Poyrazoğlu bu sözlere sert tepki verdiler. Müjdat Gezen tepkisini “Bu söylenenleri Muhsin Ertuğrul duysa kemikleri sızlar. Asıl seyirciye k.çımı yesin demek yavşaklıktır. Muhsin Ertuğrul, Gazanfer Özcan, Nejat Uygur gibi duayenler, Anadolu’da aç kaldılar, rehin kaldılar, gerçekten babaları öldü sahneye çıktılar. Ben de babam öldüğünde sahneye çıktım. Bence aktörlükten biraz anlayanlar Haluk Bilginer’in şişirilmiş bir balon olduğunu bilirler” diyerek dile getirdi. Ali Poyrazoğlu ise “Yavşaklık konusunda aynaya bakıp konuşmuş olsa gerek. Haluk’un kendisini şişirdiği kadar efsane olmadığını hepimiz biliyoruz. Seyirciye kıçımı yesinler demek nasıl bir şeydir? Nasıl ar damarı çatlamaktır, haddini bilmezliktir. Seyirci ona cevabını verecektir. Ben babam ve yakınlarım öldüğünde oynadım, bizler oyuncuyuz ve işimizi yapmak zorundayız.”Tartışma bu söylenenlerle sınırlı kalmadı. Yakınlarını kaybettikten sonra sahneye çıkanlar “profesyonellikten, sanat aşkından” dem vuran konuşmalarla tepkilerini dile getirdiler. Bu arada Müjdat Gezen ve Ali Poyrazoğlu’nun sözleri gazetelerde yer aldıktan sonra Haluk Bilginer bu kez de “Eskilerden ‘çook iyi oyuncu’ olarak hatırlanan birçok ismin aslında çok kötü oyuncular olduğuna eminim. Büyük oyuncu olarak hatırlanan birçoğu, aslında efsane yaratmayı becerebilmiş yavşağın tekiydi. Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle…” dedi.Bu yürüyen tartışma, içeriğinden bağımsız olarak, üslup açısından sanat camiasında da seviyenin ne durumda olduğunu göstermektedir. Sanatçılar arasında farklı düşüncelere sahip olması, sanatçıların sanatlarına yaklaşımlarında farklılıklar, sanatın icrasında önceliklere ilişkin farklılıklar vs. vb. anlaşılır. Bu farklılıklar tartışılabilir, tartışılmalıdır. Ama doğru bir üslupla! Son “yavşak” tartışmasında olduğu gibi yanlış bir yöntemle değil!Aslında bir bütün olarak tartışma kültüründen yoksun bir toplumda sanatçısından da, politikacısından da doğru temeller üzerinde yükselen,, yaratıcı, geliştirici bir tartışma beklemek fazla iyimser bir tavır olacaktır.Bırakalım, onlar; o elitist “sanatçılar” büyüklük taslamaya devam etsinler. Bırakalım onlar kendi ürettiklerinin dışında kalanları büyük bir kibirle ve ama seviyesiz bir şekilde “tu kaka” ilan etsinler.Bırakalım onlar kişisel dertlerini, birbirlerine yönelik çekememezliklerini çukura yakışırcasına ifade etsinler; “sanatçı” egolarını seviyesiz yöntemlerle tatmin ededursunlar.Biz tartışmaların başka türlü olabileceğini söylemeye devam edeceğiz. Biz bu topraklarda bir tartışma kültürünün oluşması için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.O çukura layık olanlar orada debelenip dursunlar…Biz o çukurdan uzak duracağız!
29 Eylül 2010 ❧