Tebliğ- II
Sovyetler Birliği deneyiminde öne çıkan bazı noktalar…
TEZLER
Güney dergisi olarak, biz “hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz“ sorusuna, “sosyalist kültür mirasına sahip çıkıyoruz” şeklinde cevap veriyoruz. Bunun ne anlama geldiğini bundan önceki tartışma bölümünde teorik olarak çözümlemeye çalıştık. fiimdi tartışmayı, teori alanından çıkarıp uygulama alanına çekmek istiyoruz. Bu alanda şimdiye kadarki uygulamalar içinde en öne çıkan kuşkusuz Sovyetler Birliği’ndeki uygulamalardır.
1. 1991 yılında resmen tarihe karışan, çöküşü bütün dünyada burjuvazi tarafından, “komünizmin çöküşü” olarak adlandırılıp kutlanan Sovyetler Birliği’nin kültür-sanat alanında yaptıklarının tanınması ve değerlendirilmesi, “hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz” tartışmasında olağanüstü önemdedir. Çünkü Sovyetler Birliği –kısa Paris Komünü deneyimi dışta tutulduğunda– emperyalist-kapitalist dünyanın dışına çıkan ve yepyeni bir yolu deneyen, ilk proletarya devletidir. Önüne insanın insan tarafından sömürülmesini ortadan kaldırmak hedefini koyan bu devlet, etrafı emperyalist kuşatma altında olduğu halde, en zor şartlarda burjuvaziyi sınıf olarak tasfiye etme ve sosyalizmi kurma işine girişmiştir. O, proletarya diktatörlüğünün yaşandığı 50’li yılların ilk bölümüne kadar, her alanda olduğu gibi kültür-sanat alanında da en zengin sosyalist birikimi yaratmıştır.
Dünya tarihinde şimdiye dek proletaryanın iktidarı en uzun süre (35/40 yıl kadar) elinde tuttuğu ülke olarak Sovyetler Birliği’nin kültür-sanat alanındaki deneyimlerinden öğrenmek, sosyalizm adına hareket edenyler açısından bir zorunluluktur.
2.Sovyetler Birliği deneyimi üzerine konuşurken şunların bilinçte tutulması gerekir:
• Lenin ve Stalin önderliğindeki Sosyalist Sovyetler Birliği ile; Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Parti Kongresi ertesindeki (1956) Sovyetler Birliği arasında ilkesel farklılıklar vardır. 20. Parti Kongresi’ne kadarki iktidar tüm hata ve eksikliklerine rağmen sosyalist bir iktidardır; emperyalizmin can düşmanıdır; Sovyetler Birliği bütün dünyada devrimin ana üssü durumundadır. 20. Parti Kongresi ertesinde iktidar bütünüyle sosyalizm adına konuşan fakat emperyalizmle uzlaşıp birleşmeyi programlaştıran revizyonistlerin elindedir. Bunların marifetiyle prloterya diktatörlüğü tasfiye edilmiş ve sosyalizmin kazanımları adım adım tüketilmiştir. Biz bu yüzden Sovyetler Birliği deneyiminden öğrenmek derken, sosyalist dönemde yapılanlardan öğrenmeyi anlıyoruz. Güney’de yayınlanmış olan yazıda bunu yapmaya çalıştık. Kuşkusuz sosyalist kültür-sanat alanında yapılanlar salt Sovyetler Birliği’nin sosyalist dönemiyle sınırlı değil. İkinci Dünya Savaşı ertesinde Doğu Avrupa’da oluşan “Halk Demokrasili Devletler”de, Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Küba’da, Vietnam’da, Kuzey Kore’de olduğu gibi, bunun dışında da bir dizi kapitalist ülkede sosyalist sanat adına yapılanların da incelenmesi, değerlendirilmesi gerek. “Hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz” tartışmasının pratik deneyimler bölümünde burada söylediklerimiz, söyleyeceklerimiz bu nedenle yalnızca bir başlangıçtır bizim için.
Yine bu tartışmada revizyonizmin egemenliği altında sosyalizm adına yürüyen kültür-sanat politikalarının incelenmesi, bunların sosyalist dönemin politikaları ile karşılaştırılması, aradaki farklılıkların net olarak ortaya çıkarılması da bir görevdir.
• Değerlendirme yaptığımız dönemden bu yana yarım asırdan fazla zaman geçmiştir. Bizim bugün o günkü uygulamaların sonuçlarını da görüp değerlendirme imkanımız vardır. Bizim şimdi geri dönüp sonuçlardan da yola çıkarak değerlendirme yapabildiğimiz konularda Sovyetler Birliği’nde herşey “yeni” yapılma durumundaydı. Sovyetler Birliği’nde kültür-sanat alanında politika üretenlerin ve pratik faaliyet yürütenlerin gerisinde örnek alıp öğrenebilecekleri bir pratik deneyim yoktu. Sosyalist teori ilk kez gerçek anlamda pratiğe sokulma durumundaydı. Bir çok şey “deneme-yanılma” yöntemiyle öğrenilmek durumundaydı.
Bu gerçeği dikkate almayan değerlendirmeler yanlış olur.
3. Rusya’da Büyük Sosyalist Ekim Devrimi ile Bolşevik Parti önderliğinde işçi sınıfı siyasi iktidarı ele geçirdi. Büyük Ekim devrimi toplum yaşamının her alanında olduğu gibi
, kültür-sanat alanında da büyük bir devrimin yolunu açtı. Sovyetler Birliği’nde muazzam bir kültür devrimi yaşandı.
Kültür-sanat alanında proleter iktidarın önünde duran en önemli görev, kültür-sanatın küçük bir azınlığın malı olmaktan çıkarılıp işçi ve emekçi kitlelerin malı haline getirilmesi, kitlelerin kültür-sanat faaliyetlerine katılımının sağlanması idi.
Bunun için dünyanın o güne dek görmediği boyutlarda bir eğitim seferberliği başlatıldı. Avrupa’da okuma-yazma oranı en düşük ülkelerden biri olan Rusya çok kısa bir süre içinde okuma-yazma oranı en yüksek olan ülkelerden biri haline getirildi.
Eğitim küçük bir azınlığın imtiyazı olmaktan çıkarıldı, işçi ve emekçilerin tüm halkın hizmetine sunuldu. Sovyetler Birliği’nin yüksekokulları, yalnızca Sovyetler Birliği’nden değil, o dönemde diğer ülkelerden de gelen işçi-emekçi çocuklarının en yüksek derecede eğitimi aldikları kurumlar halına geldi.
Eğitimde teori-pratik ilişkisi kuruldu. Politeknik eğitim, eğitimin esasını oluşturdu. Geçmişte, Çarlık Rusyası’nda, eğitimin hemen tümüyle dışında tutulan kadın cinsi, kitleler halinde eğitim içine çekildi. Çok kısa süre içinde eğitim kurumlarında eğitim gören kadınlar toplumdaki kadın oranına yetişti. Kitap ve gazete tirajında Sovyetler Birliği çok kısa zamanda Batı ülkelerine yetişti ve onları geçti. Çarlık döneminde baskı altında tutulan rusça dışındaki dillerin gelişmesi desteklendi. Eski Çarlık Rusyası’nın “kenar bölgelerinde” eski ezilen ulusların ve milliyetlerin kültürleri tam bir rönesans yaşadı. Onlarca dil tarihlerinde ilk kez yazı dili haline geldi.
Bütün bu alanlarda Sovyetler Birliği’nde elde edilen başarılar proleteryanın iktidarının başarılarıdır. Bu başarılar, dünyanın o güne dek görüp yaşamadığı boyutlarda başarılardır; ekonomik açıdan çok zor şartlar altında ve bir insan ömrü için bile kısa sayılabilecek kadar kısa bir süre içinde 20 yıl içinde elde edilmiş başarılardır.
4. Sovyetler Birliği’nde kültür devriminin en önemli kazanımlarından biri; sanatın dar, içine kapanık uzman sanatçı çevrelerin işi olmaktan çıkarılıp kitleselleştirilmesi olgusudur. Sanat, toplumun her alanına girmiş, milyonlarca kitlenin bu alandaki yetenek ve becerileri harekete geçirilmeye çalışılmış ve bunda büyük başarılar elde edilmiştir. İşçi ve emekçi kitlelere salt kültür ve sanat eserlerinin tüketicileri gözüyle bakılmamış onlar bizzat üretici olarak işin içine çekilmişlerdir.
Bir başka önemli kazanım sanat üretiminde bireyciliğin yerine kolektivizmin geçirilmesi çabalarıdır. Burjuva sanatında “dahi“ sanatçılar birbiriyle kıskançlık içinde yarışır, sosyalizmde ise bireyci kıskançlıkların yerini ortak davanın insanları olarak güç ve yeteneklerin birleştirilmesi alır. Amaç, bireysel katkılar kaybolmadan kolektif ürünlerin yaratılmasıdır.
5. Büyük Sosyalist Ekim Devriminin başlattığı kültür devriminin kazanımları salt eğitim seferberliği ve sanatın kitlelere mal edilmesiyle, üretimin kolektifleştirilmesi alanındaki adımlarla sınırlı değildir. Bunun yanısıra sanatın her bir özel alanında da büyük gelişmeler sözkonusudur.
Resim ve plastik sanatlar alanında, o zamana dek burjuvazinin hizmetinde olan tüm araç ve kurumlar emekçi halkın hizmetine açılmıştır. Müzeler, saraylar, soyluların ve kiliselerin mülkleri devletleştirilmiş, buralardaki sanat eserleri tüm halkın hizmetine sunulmuştur.
Resim ve plastik sanatlar alanında, hem içerik hem de şekilde muazzam değişiklikler yaşanmış; kitleleri devrime seferber eden resimler, heykeller yaratılmıştır. Grafik ve afiş alanı tam bir devrim yaşamış, bu alanda o zamana dek denenmemiş yöntemler ve biçimler uygulanmış, grafik-afiş müzelerden ve büyük şehirlerin belirli bölgelerinden çıkarılarak, kurulan propaganda grupları aracılığıyla ülkenin en ücra köşelerine kadar taşınmıştır.
Mimari de halkın hizmetine girmiş, emekçi halkın en iyi, en sağlıklı bir biçimde yaşayabileceği mimari eserlerin yaratılması mimarinin esas konusu haline gelmiştir. (Bu bağlamda örneğin İkinci Dünya Savaşı öncesinde en zor şartlarda inşa edilen Moskova metrosu bugüne kadar aşılamamış boyutta ve güzelliktedir.)
Tiyatro ve sinemada da Büyük Sosyalist Ekim Devrimi ertesinde bir devrim yaşanmıştır. Tiyatro küçük mutlu azınlığın eğlence aracı olmaktan çıkmış, kitlelerin eğitim ve eğlence araçlarından biri haline gelmiştir. Tiyatroda yeni yöntem ve biçimler denenmiş, Sovyet tiyatrosu bütün dünya tiyatrosunun motoru haline gelmiştir.
Sinema kitlelerin eğitilimi ve eğlencesinin en önemli araçlarından biri olarak devletin desteğinde muazzam atılımlar yapmış, Sovyet sinema yönetmenleri muazzam eserler yaratmışlar, Sovyet sineması bütün dünyada sinemanın öncülüğünü ele geçirmiştir.
Sanatın tüm alanlarında 20’li yıllar, yeni biçimlerin ve yöntemlerin denendiği ve değişik sanat anlayışlarının doğru sanat politikasının ne olması gerektiği konusunda tartışıp birbiriyle yarıştığı yıllar olarak, Sovyet sanatının en verimli yılları oldu.
6.1934’te çeşitli sanat okullarının arasında yürüyen tartışmalar sosyalist devletin resmi sanat anlayışının formüle edilmesiyle sonuçlandırıldı. Sovyetler Birliği’nin resmi sanat anlayışı “sosyalist gerçekçilik”tir.
Sosyalist gerçekçilik “sanatçılardan gerçekliğin, olayların devrimci gelişimi içinde, gerçeğe sadık, tarihsel somut bir şekilde verilmesini talep eder. Bununla birlikte gerçeğin, gerçeklere sadık kalarak ve tarihsel somut bir şekilde sanatsal olarak ortaya konulması, emekçilerin sosyalizm ruhu içinde ideolojik olarak eğitilmesi ve yeniden şekillendirilmesi görevi ile birleştirilmelidir.”
Sosyalist bir devletin tabii ki bir sanat-kültür politikası olacaktır. Ve sosyalist devletin sanat-kültür politikasında, bu alanda proleter devletin imkanlarını sunup desteklediği kültür emekçilerinden “emekçilerin sosyalizm ruhu içinde ideolojik olarak eğitilmesi ve yeniden şekillendirilmesi”ne hizmet etmelerini istemesi gayet doğrudur.
Sosyalist gerçekçiliğin proleter devletin resmi sanat anlayışı olarak formüle edilmesi gayet doğrudur. Ancak sosyalist gerçekçiliğin uygulanması ve egemen kılınmasında bir dizi hatalar da yapılmıştır. Sovyetler Birliği deneyiminin olumlu yönlerinden olduğu gibi, yapılan hatalardan da öğrenmek, doğru bir sosyalist kültü-sanat politikası için mutlaka gereklidir.
7. Bizce, sosyalist gerçekçiliğin uygulamasında içerikte sınır, genelde partinin içeriğini doldurduğu biçimde olumlu eserlerle çizilip, çizilen bu oldukça dar sınır içinde olmayan eserlere hemen hiçbir yaşam hakkı tanımıyarak, gerçeğin darlaştırılması hatasına düşülmüştür. Yasakçı yöntemler yer yer ağır basmış, “olumsuza” karşı mücadele içinde de olumlunun, doğrunun kavratılması yöntemi fazla kullanılmamıştır. Gelişme içinde Lenin ve Stalin’e sanat eserlerinde gereğinden fazla yer verilmiş, kişiye tapmanın gelişmesine yardımcı olunmuştur. Niyet ne olursa olsun, içinde bulunulan koşullar ne derece zorlayıcı olursa olsun, kişiye tapmanın gelişmesi/geliştirilmesi sonuçta sosyalizme zarar vermiştir.
Biçimde ise geleneksel, klasikleşmiş stillerin dışında kalan stiller, birçok halde “halkın bunları anlamadığı” gerekçesiyle de zararlı ilan edilerek sosyalist gerçekçilik biçimde belirli sınırlar içine hapsedilmiştir; böylelikle yeniyi, daha iyiyi aramaya, yeni biçimlerin halkın hizmetine sunulma imkanlarının araştırılmasına ket vurmuştur. Sosyalist sanat belli kalıplar içinde kendini yineleyen fakat yenilemeyen bir sanata doğru evrimlenmiştir.
8.Bizim Sovyetler Birliği deneyiminden çıkardığımız en temel dersler şunlardır:
• Sanatın ve kültürün gerçekten halkın hizmetine sunulabilmesinin ön şartı, işçi ve emekçilerin siyasi iktidarının kurulmasıdır. Sosyalist anlamda bir kültür devriminin ön şartı siyasi devrimdir, siyasi iktidarın sömürücü sınıfların elinden alınması, işçilerin-köylülerin iktidarının kurulmasıdır.
Sovyetler Birliği’nde bir insan ömrüne sığdırabilecek kadar kısa dönem içinde kültür-sanat alanında kazanılan başarılar, proletarya iktidarı şartlarında nelerin mümkün olduğunu göstermesi açısından örnektir.
• Sosyalist bir devletin tabii ki resmi bir kültür-sanat siyaseti olacaktır. Bu siyasetin çıkış noktası, işçilerin-köylülerin kendi iktidarlarına sahip çıkmaları, bu iktidarı sürekli olarak koruyup güçlendirip yenilemeleri, devrimi sürekli kılıp ilerletmeleri için onların bilinçlerini yükseltmeye maksimum katkıdır.
• Sosyalist sanat durağan değil, devingendir. O sürekli daha iyiyi, daha güzeli arayan sanattır. O devrimcidir. Kendini, sürekli gelişen, değişen toplumla birlikte geliştirir, değiştirir ve toplumun komünizm yönünde ilerlemesi ve değişmesi için yardımcı olur.
• Sosyalist bir ülke sanat eserleriyle ilgili olarak “yasakları” değil, ideolojik mücadeleyi esas alır. Sosyalizme sinsice saldıran “sanat eserlerine” karşı en önemli güvence, işçilerin, köylülerin, emekçilerin yüksek bilincidir. Yasaklar, belirli durumlarda “zorunlu” bir kötülük olarak kabul edilmelidir. İçerikte tabii ki yığınları sosyalist iktidara karşı açıkça kışkırtan, açıkça ırkçılık, faşizm, cinsiyetçilik yapan, sanat adına pornografi sunan “sanat eserleri” kısıtlanır, gerekli olduğu hallerde yasaklanır da. Fakat, içerikte sınırın nelerin olmayacağı ile “olumsuz“ çizilmesi yeterlidir. Sınırın “neyin nasıl olması gerektiği” biçiminde çizilmeye kalkılması, tekdüzelik, basmakalıpçılık, kendini yinelemeden öteye geçememe gibi tehlikeleri içinde barındırmaktadır. Bu yapılmamalıdır. Bunun dışında sanat kişiye tapmayı körükleyeci biçimde kullanılmamalıdır.
Sosyalist sanat, biçime tam bir özgürlük tanımalı, biçimde sınır konulmamalıdır. Doğru bir içeriği sanatsal bir tarzda ifade etmenin yüzlerce yolu, yöntemi, biçimi vardır. Bunların her biri emekçilerin beğenisini kazanmak için yarışabilmelidir. Bu yarıştan sosyalizm, yığınların sürekli gelişen estetik beğenisi kazançlı çıkacaktır.
Bitirirken şunları da söylemek istiyorum:
Sovyetler Birliği deneyimi, olumlu ve olumsuzlukları ile, hâlâ tam olarak değerlendirilmemiş ve aşılmamış olan muazzam bir hazinedir. Bu hazine, daha iyisini yapmak isteyenlerin kullanımına açıktır. Biz, sovyet deneyimini “ondan öğrenip daha iyisini yapmak isteyenlerle” tartışmak istiyoruz. Bu toplantı bu amaca bir nebze hizmet ederse, amacına ulaşmış olacaktır.