Sinema bir ustasını daha kaybetti: Stanley Kubrick
Arkada göğe yükselen çok düzgün yontulmuş koyu renk bir monolit, önde birbirleriye bir su birikintisi üzerinde egemenlik icin ölesiye kavga eden insan öncülleri, maymunlar, kavga içinde bir maymunun silah olarak kullandığı ve zafer ertesinde sevinçle havaya fırlattığı havada dönerek yükselen bir kemik.
Ve kemikten, uzayda boşlukta Strauss’un ünlü Zarathustra valsi eşliğinde kendi ekseninde dönen bir uzay aracına geçiş. Milyonlarca yıllık evrim, bir tek geçiş, bir tek resim! 2001’den söz ediyorum.
2001– A Space Odyssey (2001 Uzay Macerası) benim en çok sevdiğim, bana sinemayı sevdiren filmlerden biri. 2001’i yapan Stanley Kubrick 70 yaşında, 7 Mart 1999’da İngiltere’de kendi kurduğu (film çiftliği desek daha doğru olur belki) film stüdyosunda yıllardır üzerinde çalıştığı yeni filmini bitirip, filmin prodüktörlüğünü üzerlenen firmaya teslim ettikten sonra öldü.
Yeni filminin adı “Eyes wide shut” (Tamamıyla kapalı gözler) dı. Arthur Schnitzler’in bir romanının uyarlaması olan bu filmin, film konusunda kelimenin iyi ve gerçek anlamında tam bir perfeksiyonist (mükemmeliyetçi) olan Stanley Kubrick’in “melodram”ın nasıl olması gerektiğini göstereceği bir film olması bekleniyor. Kubrick, son filminde başrollerde Tom Cruise ve Nicole Kidman’la çalışıyordu. Her ikisi de kendine özgü dikkafalılıkları ile tanınan Harvey Keitel ve Jenifer Jason Leigh’i bu filmin çekimi sırasında setten kovduğu, daha önce Jason Leigh’yle çekilmiş bütün sahnelerin filmden çıkarıldığı, daha önce medyaya yansımıştı. Filmlerinde hiçbir aksama istemeyen Kubrick, bu mükemmeliyetçi yaklaşımı ile oyuncular açısından birlikte çalışılması oldukça güç bir rejisördü. Aynı sahneyi bazen yüzlerce kez tekrarlattığı, çektiği filmlerde kullandığı materyalin yüz katından fazlasını çektiği biliniyor. Çok uzun (bazen yıllar süren) çekim çalışmaları, çok büyük miktarda film harcaması vb., ve Kubrick’in filmlerine hiçbir ‘dıştan karışmayı’ kabul etmeme tavırları, onu prodüktörler açısından da oldukça zor çalışılan bir rejisör haline getirmişti. Buna rağmen onun filmlerine para yatırmaya hazır onlarca prodüktör vardı. Çünkü Kubrick’in filmleri, film estetiği açısından en üst düzeyde filmler olmasının yanında, aynı zamanda yalnızca sinema eleştirmenleri vb. değil, geniş kitlelerin de beğenisini kazanan filmlerdi.
Stanley Kubrick, sinema öncesinde fotoğrafla, fotoğrafçılıkla tanıştı. Bir doktor olan babasının 13. yaşgününde hediye ettiği fotoğraf makinesi, sonraki yıllarda onun en büyük dostu, dış dünyayla ilişki kurmasının en önemli aracı haline geldi. Çektiği fotoğraflar 17 yaşına geldiğinde dünyanın en ünlü foto ve magazin dergilerinde yayınlanmaya başlamıştı. Ünlü Look dergisinin fotoğrafçısı olarak çalışırken, sinema ile de ilgilenmeye başladı. Bu dönemde kendisinin finanse ettiği iki kısa dökümanter filmle bu alanda ilk denemelerini yaptı. (Bu iki filmini bugün sinema kulüplerinde, sinemateklerde vb. bile görmek olanaksız. Çünkü Kubrick bunları sonradan gösterimden çekti.) Çektiği ilk uzun metrajlı Hollywood fimi olan “Fear and Desire” (1953), onun yeteneğini gösterme açısından önemlidir. Yine de kendisinin henüz çıraklık dönemi filmi olarak adlandırdığı bir filmdir.
Daha sonra yaptığı filmlerin her biri kendi başına film öğrencilerine ders olarak gösterilebilecek nitelikte, her biri kendi janrında başeser olarak adlandırılabilecek filmlerdir.
“Killer’s Kiss” (1955) ve “Killing” (1956) ile Stanley Kubrick, Hollywood için ‘altın yumurtlayan bir tavuk’ olduğunu göstermiş, bu filmler yüksek sanatsal standardın, seyirci kaçıran bir faktör olmadığını göstermiştir. Her ikisi de polisiye olan bu filmler aynı zamanda toplumun birer aynasıdır, ve Kubrick’in mistik-kötümser yaklaşımının işaretlerini taşımaktadır.
Killing’in başarısı ardından, Kirk Douglas’ın başrolü oynadığı “Paths Of Glory” (Zafer Yolu), (1957) Birinci Dünya Savaşı’nın bir olayı somutunda genelde savaşın korkunçluğunu, anlamsızlığını, bu arada toplum/birey ilişkisinde, bireyin toplum tarafından ezilmesi olgularını sorgular.
1960’da çektiği “Spartacus”, haksızlığa, ezilmeye, sömürülmeye karşı isyanın haklılığının – Hollywood’un çerçevesi içinde – gösterildiği bir filmdir. ‘Tarihi film’ janrında başyapıtlardan biridir.
“Spartacus” ertesinde Vladimir Nobokov’un “Lolita” adlı romanını sinemaya uyarlamak ister. Hollywood prodüktörleri, bunun – o günün ABD sinde – olmazlığını anlatmaya çalışırlar. Kubrick, Hollywood’un bu darkafalı yaklaşımından bunalır, daha serbest çalışabilmek amacıyla 1961’de İngiltere’ye göçer, geçmiş filmlerinden kazandığı parayla kendi ‘film çiftliği’ni kurar. 1962’de çektiği Lolita, ‘pornografik’ olduğu gerekçesiyle büyük gürültüler kopartır. Amerikada uzun süre tam olarak gösterilmez. Daha sonraki gelişmeler bilindiğinde, ve Kubrick’in anlattığı öykünün gerçekte ne olduğu bilindiğinde bu suçlamaların boş olduğu yanında burjuvazinin çifte ahlaklılığı, ikiyüzlülüğü görülür.
1963’de çektiği “Dr. Strangelove, or How I Learned to Stop Worrying and Love The Bomb” tekniğin giderek insanlığı nasıl esir aldığı tezini bir komedi türünde gösterir. Burada yine toplum/birey çatışmasında, bireyin aşağılanması sorgulanır. Teknik gelişmelere, ve bunların bireylerin haklarına karşı kullanımına duyduğu kuşkular Kubrick’in bundan sonraki filmografisinde de ana temalardan biri olmaya devam eder.
“2001 – A Space Odyssey”, teknik insan ilişkisinde, tekniğin insana egemenliğini tartışan, yüksek seviyede felsefi bir filmdir. Sonuçta insanın muazzam kozmik düzen içinde güçsüzlüğü, aslında pek bir şey yapamayacağı kötümser bakış açısı filmi belirler. Film, sinema tarihinde “bilimkurgu” türünün başyapıtlarından biridir.
1971’de çevirdiği “ A Clockwork Orange” (Mekanik Portakal), bugünün emperyalist ülkelerinde yaşayan bir nazi grubu üyelerinin öyküsünü anlatmaktadır. Bunlar şiddete tapmakta, girdikleri bir ‘normal evde’ yapmadıklarını bırakmamaktadır. Sonraki gelişmede ‘toplum’un bunları cezalandırması da ilginçtir: beyin yıkama yöntemi ile kendi öz iradesinin sıfıra indirildiği bir ‘mekanik’ insan! Kubrick içinde yaşadığı toplumun pisliklerini görmekte, göstermekte, ve fakat bir çıkış yolu da görmemektedir. Ne bireysel özgürlüğün, başkalarının bireysel özgürlüklerini ayaklar altına almak biçiminde kullanılması, ne de bireyin ‘mekanik’ bir varlık haline getirilmesi çözüm değildir. Clockwork Orange’da fakat ikisi de birbirinden berbat olarak gösterilen alternatifler bunlardır.
Toplumla bu hesaplaşmadan sonra, Stanley Kubrick 4 yıl boyunca, film estetiğinin en üst seviyesine çıkarıldığı, ve andaki toplumla fazla uğraşmayan, tarihe geri giden “Barry Lyndon”la uğraşır.
1975’de tamamlanan film için, – filmin belli gece sahneleri mum ışığında, başka hiçbir ışık kullanılmadan çekilmiştir – aşırı duyarlı özel film materyali hazırlanır. Film estetiği açısından bu film, sinema tarihinde şimdiye dek belki en güzel resimleri içeren, her biri bir tablo değerinde fotoğrafları içeren bir filmdir.
Barry Lyndon’un ardından Kubrick insan ruhunun derinliklerine bir gaezintiye çıkar. “The Shining”de (1980) bir yazarın ‘çıldırması’nı anlatır. “Horor filmi” nin nasıl da yapılabileceğini göstermek istemiştir sanki!
Ondan sonraki filmi “Full Metall Jacket” (1987) için tam yedi yıllık bir hazırlık ve çekim dönemi vardır. Dönem ABD’nin “Vietnam”ı sorgulama dönemidir. Kubrick bu sorgulamayı öyle bir yapar ki, ABD ordusunun ‘elit’ subay okullarında insanların nasıl birer ölüm makinesi olarak yetiştirildiklerini öyle gerçekçi resimlerle gösterir ki, film ABD’de açık ve gizli boykotun hedefi olur.
fiimdi ölmeden kısa süre önce tamamladığı “Eyes wide shut” için Kubrick 11 yıl çalışmıştır!
40 yıllık sinemacılık hayatına sığan, ve her biri usta işi 15 film, Kubrick’in sinemaya ne kadar ciddi yaklaştığının belgeleridir.
fiimdiki ve sonraki sinemacıların ondan öğreneceği çok şey vardır.
9 Mart 1999
(Yararlanılan kaynaklar:
rororo: “Film Lexikon”, cilt 5,
“Kultfilme”, Hoffmann und Campe)