Yaşlı Yel Değirmeni, her sabah arkadaşı Rüzgar’ın gelişini haber veren o ılık esintiyle uyanırdı. Yine böyle uyandığı bir gün seyretmeye doyamadığı yemyeşil ovada insanların ve çeşit çeşit araçların olduğunu gördü. Bu saatte birilerini görmeye pek alışık değildi. Daha doğrusu koskoca ova uzun zamandır pek tenha kalmıştı. Heyecanla başını uzatıp seslerin geldiği tarafa baktı. Bir sürü insan ve araç bir şeylerle uğraşıyordu. Neler olduğunu anlamayan Yaşlı Yel Değirmeni, neredeyse meraktan ölecekti. Nice sonra Yaşlı Yel Değirmen’in pervanesi hızlanmaya başlamış, Rüzgâr nihayet yüzünü göstermişti. Heyecanlı olduğu her halinden belli olan Yaşlı Yel Değirmeni:
“Nerede kaldın yahu? Sabahtan beridir seni bekliyorum.” Yaşlı arkadaşına bir şey olduğunu düşünen Rüzgâr, endişelenmişti:
“Nedir bu telaşın? Hayırdır ne var ne oldu?”
“Daha ne olsun şu karşıdakileri görmedin mi? Rüzgâr, ovada olanları görmüştü ancak yine başını çevirip Yaşlı Yel Değirmeni’nin gösterdiği yere baktı.
“Gördüm, gördüm. Keşke görmez olaydım! Arkadaşı Rüzgar’ın sitemli konuşması, Yaşlı Yel Değirmeni’ni daha da meraklandırdı.
” Niye öyle söyledin, ne oluyor ki orada?
” Ne olduğunu söyleyeyim sana. Bunlar ovanın ortasına tahtayı, tuğlayı, demiri yığdığına göre bir aya kalmaz bina dikerler.”
Rüzgâr üzgün görünüyordu. Yaşlı Yel Değirmeni ise duydukları karşısında heyecanlanmıştı. Gözünü açtığından beri şu koskoca ovada yalnız başınaydı. Kendi gibi birinin gelecek olmasının neyi kötü olabilirdi ki?
“Neden yeni birine bu kadar karşısın anlamış değilim. Kötü mü olur birinin daha gelmesi.” Rüzgâr, Yaşlı Yel Değirmeni’yle uzun zamandır arkadaşlık ediyordu. Onun ne zamandır yalnızlıktan, bir yere gidemiyor oluşundan şikâyet ettiğini biliyordu.
” Bir tane binayla kalmayacak. Asıl ben sonrasından korkuyorum. Bir tane yapıldı mı yerden biten mantarlar gibi ardı arkası kesilmez bunların. O değil de bin bir çeşit kuşun, kurdun, böceğin, çiçeğin yurdu olan koskoca ova taş yığınına dönüşecek.”
Yaşlı Yel Değirmeni, Rüzgar’ın abarttığını düşünüyordu: “Senin şu söylediğin de boş laf. Koskocaman ova öyle başı boş duracak değil ya. Bugün olmasa da muhakkak yarın değerlendirilecekti. Boş boş konuşma da işine bak. Hem birkaç tane binadan bir şey olmaz.
” Boş konuştuğum falan yok. Hem sen bilmediğin için bu kadar rahat konuşuyorsun. Benim dünya üzerinde gitmediğim, görmediğim yer yok. Kaç tane ova böyle gözlerimin önünde yok oldu sayısını dahi hatırlamıyorum. Bu ovanın da yok olacağından endişeleniyorum hepsi bu.
” Aman sende! Gitmediği görmediği yer yokmuş da ben bilmezmişim de. Gidiyorsun, görüyorsun da ne oluyor. Anca boş boş konuşuyorsun.
Rüzgâr, kendisini gevezelikle suçlayan Yaşlı Yel Değirmeni’ne kırılmıştı. Onun, ovada olup bitenleri anlamayacağını biliyordu. Ancak yine de kendisiyle bu kadar ağır konuşmaya hakkı olmadığını düşündü. Ona bunu söylemek istediğinde Yaşlı Yel Değirmeni’nin hala ovadakilerle ilgilendiğini gördü. Yaşlı Yel Değirmeni, Rüzgar’ı kırdığının bile farkında değildi. Umursanmadığını düşünen Rüzgâr, kalbi kırık olduğu halde arkadaşı Yel Değirmeni’ne seslenmeden usulca yanından ayrılıp gitti. O günden sonra da Rüzgâr, kaç kere oradan gelip geçtiği halde bir kere olsun durup Yaşlı Yel Değirmeni’yle konuşmadı. Arkadaşı Rüzgar’ın kendisine küstüğünü fark eden Yaşlı Yel Değirmeni, onun bu durumunu görmezden geldi. O, hala ovada olanları yakından izliyor ne olacağını merakla bekliyordu.
Yaşlı Yel Değirmeni ile Rüzgâr’ın tartışmalarının üzerinden aylar geçmişti. Ovadaki hareketlilik artarak devam etmiş, sessiz ve sakinlik ise yerini insan seslerine, makine gürültülerine bırakmıştı. Tüm bunlardan rahatsız olan kuşlar birer ikişer başka yerlere göç etmeye başladılar. Yaşlı Yel Değirmeni, oldum olası kuş seslerini çok severdi. Bu yüzden kuşların gidişine çok üzüldü. Her şeye rağmen, nihayet ilk bina bitmiş, diğerlerinin yapımına başlanmıştı. Yaşlı Yel Değirmeni, Rüzgar’ın söylediklerini ve kuşların gidişini düşününce ova için kaygılanıyordu ancak bir yandan da yeni arkadaşını çok merak ediyordu.
“Merhaba, ovamıza hoş geldin. Nasılsın?”
Kendisine seslenildiğini işiten İlk Bina, kafasını çevirip Yaşlı Yel Değirmeni’ne baktı. Saçı ağırmış, beli bükülmüş, üstü başı kir pas içindeki bu ihtiyarın kendisine yakınlık göstermesinden rahatsız olmuştu. Yine de kabalık etmek istemedi:
“Merhaba, hoş bulduk, teşekkür ederim.”
Yaşlı Yel Değirmeni, İlk Bina’nın tavırlarında, konuşmalarında anlam veremediği bir soğukluk sezinledi. Sanki konuşmaya devam etmek istemiyor diye geçirdi içinden. Ayrıca kendisinin aksine yeni birini gördüğü için de hiç heyecanlı görünmüyordu. Onun böyle davranmasını yeni olmasına bağlayan Yaşlı Yel Değirmeni:
“Yalnız olduğun için endişe edip korkma. Bak ben buradayım. Benim adım Yaşlı Yel Değirmeni. Ne zaman istersen konuşabiliriz.”
Yaşlı Yel Değirmeni ile konuşmak ve arkadaşlık etmek istemeyen İlk Bina ona cevap vermeden arkasını döndü. Hem yalnız kalmak gibi bir endişesi de yoktu. Çevresinde bir sürü insan vardı. Ayrıca birkaç tane daha bina yapılmaya başlanmıştı.
Yaşlı Yel Değirmeni’nin ise sevinci kursağında kaldı. Bu İlk Bina ona burun kıvırmış, arkadaşlığına, sohbetine tenezzül dahi etmemişti. Diğer binalar yapıldığında da durum değişmedi. İlk Bina’nın yaptığı gibi diğerleri de Yaşlı Yel Değirmen’iyle konuşmak, arkadaşlık etmek istemedi. Oysa ilk zamanlar yeni birinin gelecek olmasına nasıl da sevinmişti. Şimdi ise kendisini oldukça kötü ve yalnız hissediyordu. Bir zamanlar dört mevsimini de ayrı ayrı sevdiği uçsuz bucaksız ovaya baktı. Yeşilliğin yerini kendisinden büyük ve uzun taş yığınları almıştı. Seyrettiği alan daralmış, ufku giderek azalmıştı. Rüzgar’ı da nicedir gördüğü yoktu. Sadece yükseklerden geçip gittiğini ardında bıraktığı ılık bir esintiden anlıyordu. Yaşlı Yel Değirmeni, şimdi kendisini eskisine göre daha yaşlı ve yalnız hissediyordu.
Arkadaşı Rüzgar’a söyledikleri için kendisine kızan Yaşlı Yel Değirmeni, pervanesinde ılık bir hava hissetti. Heyecan içinde başını kaldırıp ovaya ve dağlara doğru baktığında Rüzgar’ın geldiğini gördü. Yaptığım hatayı telafi edip, söylediğim sözler yüzünden Rüzgar’ın kırılan kalbini kazanmaya çalışmalıyım diye geçirdi içinden.
“Hey, Rüzgâr! Hey buraya bak. Aşağıya. Benim, ben. Eski arkadaşın Yaşlı Yel Değirmeni.
Rüzgâr o kadar yüksekten gidiyordu ki Yaşlı Yel Değirmeni’nin sesini neredeyse duyamayacaktı. Bir an aşağıya inmekle inmemek arasında kalan Rüzgâr, ne kadar sert görünse de yufka kalbine yenilmiş ve aşağıya inmişti.
“Nerelerdeydin? Uzun zamandır yoktun. Nicedir seninle konuşmak istiyorum.
“Bir yere gittiğim yok. Buralardayım. Sadece daha yüksekten geçiyorum.Yaşlı Yel Değirmeni, Rüzgar’ın hala kırgın olduğunu tavırlarından ve sesinden fark edebiliyordu.
“Özür dilerim. Biliyorum sana karşı hiç hoş olmayan şeyler söyledim. Bana kırgınsın. Bu yüzden de beni görmemek için yüksekten geçip gidiyorsun.
Rüzgâr, Yaşlı Yel Değirmen’in ne kadar üzgün ve yalnız olduğunu görebiliyordu. İlk Bina’nın ve diğerlerinin onunla konuşmadığından ve arkadaşlık etmediğinden haberi vardı. Onu daha da fazla üzmek istemiyordu. Yaşlı Yel Değirmeni’nin kendisinden özür dilemesiyle ona karşı olan tüm kırgınlıklarını unuttu.
“Yüksekten geçip gitmemin nedeni seni görmek istemediğimden değil, şu karşıda gördüğümüz yeni binalar her gün daha da çoğalıyor ve yükseliyor. Onları aşmak ve yoluma devam etmek için üstünden geçmek zorunda kalıyorum. Hiçbir şey eskisi gibi değil ve bundan sonra da olmayacak. Ben, yükseklerden gitmek zorundayım. Kuşlar da başka yerlere göç etti. Senin anlayacağın ova, içindekilerle birlikte can çekişiyor. Üzgünüm. Belki de seninle bu son konuşmamızdır.”
“Ama” dedi Yaşlı Yel Değirmeni. Kelimeler boğazını tıkamıştı. Rüzgar’ın yükseklerden geçip gitmesi, Yaşlı Yel Değirmeni’nin ölümü olduğunu ikisi de biliyordu. Konuşmadılar, konuşamadılar. Rüzgâr, yoluna kaldığı yerden devam etti. O günden sonra Yaşlı Yel Değirmeninin ise bir daha pervanesinin döndüğü görülmedi.