Ömrünü “halkın savaşçısı” olmaya adayan Yılmaz Güney’in ölümünün üzerinden 39 yıl geçti! Ne halklarımız açısından eza dolu geçen 39 uzun yıl, ne de egemenlerin onu yok etme ve unutturma çabaları işe yaramadı. Onu hapishanelere ve sürgünlere göndererek ömründen çaldılar şüphesiz! Yılmaz Güney 47 yıllık görece kısa bir ömrün 12 yılını hapishanelerde ve son üç yılını yurtdışında sürgünde geçirdi. Sonunda hastalandı ve dokuz Eylül 1984’te Paris’te, sürgünde hayata gözlerini kapadı.
Egemenler onu birbirinden ayrılamaz sanatı ve devrimci fikirleri nedeniyle hapsettiler. Ama ne onun verimli çalışmasını durdurabildiler, ne de emekçi kitlelerde her geçen gün büyüyen sevgisini yok edebildiler. Yılmaz Güney, en yetkin filmlerini içeride yazdı, hatta yönetmenliğine katıldı. Romanlar ve hikayeler yazdı. Siyasi yazılarıyla günün can alıcı sorunlarına yanıt vermeye çalıştı. O kendisini her zaman bir „sıra neferi“ olarak gördü ve o alçakgönüllülüğüyle mücadeleye elinden gelen en büyük katkıyı yapmaya çalıştı.
Yılmaz Güney’in hapishane ve sürgün ile tanışması gençlik yıllarında başlamıştı.
27 Mayıs 1960 darbesi döneminde küçücük bir hikayesi nedeniyle komünizm propagandası suçlamasıyla iki yıl hapis ve altı ay sürgün aldı.
12 Mart 1972 darbesi ardından devrimcilere para ve silah yardımı ve Mahir Çayan’la arkadaşlarını evinde sakladığı gerekçesiyle 15 yıl ceza istemiyle yargılandı ve 2 yıl Selimiye Askeri Cezaevinde yattı.
12 Eylül 1980 darbesi ertesinde, çıkmasına öncülük ettiği Güney dergisinde yayınlanan siyasi yazıları nedeniyle 100 yıl hapis cezası aldı. Generaller, koyu faşist rejimlerinde Yılmaz Güney’in sesini tümüyle kısmak niyetindeydiler. Şartlar Yılmaz Güney’e başka bir seçim bırakmamıştı. O nedenle çok sevdiği ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Sürgün yılları Yılmaz Güney için hep geçiciydi. O “Hedefimiz neresi biliyor musunuz arkadaşlar? Türkiye! Türkiye’ye gideceğiz.“ diyordu. Evren rejimi onu vatandaşlıktan çıkardığında „Beni vatandaşlıktan çıkartarak Türkiye’deki mücadele görevlerimden uzaklaştırmak istiyorlar.” diyor, bu boş çabaya meydan okuyordu.
Paris’teki sürgün yıllarında bütün gücü ve enerjisiyle bir yandan film çekiyor, yazıyor, diğer taraftan siyasi mücadeleye aktif olarak öncülük etmeye çalışıyordu. Onun hayalleri ve hedefleri her zaman büyüktü… Büyük insanlığın geleceğine dair umudunu ise hiç yitirmedi. Sevenlerinde yankılanan öz güven nidası her daim “Kazanacağız, mutlaka kazanacağız!” olacaktı!
Ezilenlerin, emekçilerin davasına bağlılığı ve sanatıyla onların mücadelesine kattığı gücün farkında olan egemenlerin Yılmaz Güney’i susturma – unutturma çabası, ona verdikleri cezalar hiç bitmedi.
Faşist Evren döneminde 10 yıl boyunca filmlerinin gösterimi yasaklandı. Filmleri yakılarak yok edildi. Kitapları, siyasi yazıları yasaklanarak geniş kitlelere ulaşması engellendi.
Yasakların sözüm ona kalktığı yıllarda da Yılmaz Güney’in sanatına yasaklı muamelesi devam etti. Televizyonlar, sinemalar onun filmlerini göstermiyordu. Ve bu bugüne kadar değişmedi. Fatoş Güney’in dile getirdiği gibi “maalesef yasaklar devam ediyor, Yılmaz Güney hapislerden kurtulamıyor, aynı şekilde sanatı ve düşünceleri… “
Ancak hiçbir güç yetmez bir kere halkların gönlünde taht kurmuş, sonsuz sevgisini kazanmış olan Yılmaz Güney’in, “halkın sanatçısı halkın savaşçısı”nın anısının küllendirilmesine! Emekçi halkın acılarını acısı, kaygılarını kaygısı edinmiş, sinemasında onların yaşamlarını, hayallerini, açmazlarını, umutlarını dile getirmiş olan o değil midir ki?! O nedenle onu en çok ezilenler, yok sayılanlar sevdi, seviyor, sevecek her zaman!
Yılmaz Güney, eserleriyle ve duruşuyla ve bütün devrimci-komünist kişiliğiyle örnek olageldi. Hapishanede mahpus arkadaşlarına, dışarıda yeni nesil sinemacılara, genç devrimcilere… Ve bu canlı tutulmak zorunda! Onun, Türkiye sinemasında milat olan filmleri hala daha yeni nesillerle tanışmayı bekliyor… Romanları, hikayeleri, Siyasal Yazıları da öyle!
Fatoş Güney, Güney Filmcilik ve Güney Dergisi olarak onun sanatına, davasına, onun özgürlük, demokrasi ve sosyalizm düşüncelerine sahip çıkıyor ve yaşatmaya çalışıyoruz.
Onun bıraktığı mirasın gelecek nesillere taşınması için şu görevlerin yerine getirilmesi gerekiyor:
1-Yılmaz Güney Müzesi ya da Yılmaz Güney Kültür Sanat Merkezi
Fatoş Güney, Güney Filmciliğinin bugüne kadar bu yöndeki tüm çabaları, girişimleri sonuçsuz kaldı. Verilen sözlerin gereği yerine getirilmedi. Yılmaz Güney Kültür Sanat Merkezi‘ni hayata geçirme görevi önümüzde hala görev olarak duruyor.
2-Filmlerin restorasyonu
Yılmaz Güney filmlerinin çok azı restore edilebildi. Büyük çoğunluğu restore edilmeyi bekliyor. Filmlerin restore edilmesi muazzam bir para gerektiriyor. Restore edilemeyen filmlerin var olan kötü kopyaları da yok olmak ile yüz yüze..
3-Yılmaz Güney filmleri
Yılmaz Güney filmleri üzerinde sansür, ambargo var. Filmleri TV’lerde, sinemalarda gösterilmiyor. Hukuksal dayanağı olmayan oto sansür devam ediyor. Yılmaz Güney üzerinde yasaklar bir türlü bitmiyor.
Yılmaz Güney’in mirasının gelecek nesillere taşınması için en azından bu görevlerin yerine getirilmesi gerekiyor.
Yılmaz Güney dostlarını, sevenlerini, emekçileri, ezilenleri bu görevlere sahip çıkmaya, destek vermeye çağırıyoruz.
Egemenlere inat Yılmaz Güney’in eserlerini ve fikirlerini sahiplenelim!
Yılmaz Güney mücadelemizde hep yaşıyor ve hep yaşayacak!
8 Eylül 2023