Pazar, Mart 26, 2023
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Güney
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Zenginlerimiz utansın

13 Aralık 2017
İçinde Makale
0 0
0
Anasayfa Makale
Share on FacebookShare on Twitter

İlk sos­yal uya­nış

An­ka­ra’da as­ker­dim. Bir gün bö­lük ye­mek­ha­ne­sin­de bu­la­şı­ğa ver­di­ler be­ni.

Bir yan­dan ye­mek kap­la­rı­nı yı­kar­ken, bir yan­dan ka­zan­lar­da­ki ye­me­ği dök­tür­dü­ler çö­pe. Ana ku­ca­ğı de­ğil­miş ger­çek­ten de­dik­le­ri gi­bi, as­ker oca­ğıy­mış. Ben, ana­mın ku­ca­ğın­da hiç ye­mek dök­me­dim çö­pe. Ta­bak­ta bir pi­rinç ta­ne­si ka­lır­sa, o çok kü­ser­miş son­ra ba­na. Bı­rak­ma­dım hiç.

“Sa­bah, öğ­le, ak­şam ka­ra­va­na­la­rın­dan ar­tan ye­mek­le­rin dö­kül­dü­ğü top­rak, ka­lın ve be­si­li so­lu­can­la­rın haz­la kıv­rıl­dı­ğı zi­fir­den bir bu­la­maç ha­lin­dey­di. Ya­lı­na­yak ço­cuk­lar­la ih­ti­yar ko­ca­ka­rı­lar, pas­lı te­ne­ke ku­tu­la­rı ağız ağı­za do­lu, uzak­la­şır­lar­ken, er­kek kö­pek­ler sıh­hat­ten ge­ril­miş ka­rın­la­rı­nı gü­ne­şe de­vi­rip uyuk­lar­lar, sar­kık me­me­li di­şi­ler de, peş­le­rin­de ton­ton enik­le­riy­le do­la­şır­lar­dı.” di­ye baş­lı­yor­du ya öy­kü, bu ‘baş’ı unut­ma­dım hiç.

Aç­lı­ğın yap­tır­ma­ya­ca­ğı hiç­bir şey yok­muş; öy­le de­di­ler ba­na hep. Hır­sı­zıy­la, oros­pu­suy­la, ka­ti­liy­le, na­mus­su­zuy­la her­ke­si hep böy­le an­lat­tı­lar ba­na. Aç­lık­mış ey oğul, çi­le­siy­le, der­diy­le, se­vin­ciy­le bir bü­tün­müş de bu be­den; aç­lık­mış ayı­ran her­ke­si her­kes­ten…

1932’de Bey­rut’ta ters çev­ril­miş bir gaz san­dı­ğı üs­tün­de gör­müş­ler onu. Öy­le otu­rup dü­şü­nür­müş. Ba­ba sür­gün, an­ne sür­gün, kar­deş sür­gün… El­de avuç­ta yok­lu­ğun zen­gin­li­ği… Bir mat­ba­aya ver­miş ba­ba­sı onu. “Bu kâ­ğıt kes­me ma­ki­ne­si­dir, bu da ko­lu. Se­nin işin, bu ko­lu çe­vir­mek…” de­miş­ler. Yok­sul­luk, “Ta­mam!” de­miş. Aç­lık, “Ak­şa­ma ka­dar mı?” di­ye sor­muş, ya­nıt ala­ma­mış. Cı­lız be­de­ni, “Na­sıl da­ya­nı­rım?” de­miş; ama da­yan­mak zo­run­da ol­du­ğu­nu he­men an­la­mış.

O gün­ler­de bir kız ge­lir ge­çer ol­muş mat­ba­anın önün­den. Ya da hep ge­çi­yor­muş da, o dik­kat et­me­miş. He­men ya­nı­baş­la­rın­da­ki çi­ko­la­ta fab­ri­ka­sın­da ça­lı­şan bir Rum kı­zıy­mış Ele­ni…

“Bü­tün mat­ba­anın genç­le­ri bu kı­zın çev­re­sin­de per­va­ne gi­bi dö­ner­ler­di. Ben­se, üs­tüm ba­şım bil­has­sa ayak­ka­bı­la­rım çok kö­tü ol­du­ğu için uzak­lar­da du­rur, so­ku­la­maz­dım. Be­nim­le alay eder kor­ku­suy­la hep ka­çar­dım.”

1932’de Bey­rut’ta ters çev­ril­miş bir gaz san­dı­ğı üs­tün­de gör­müş­ler onu. Öy­le otu­rup dü­şü­nür­müş.

Son­ra Ele­ni gel­miş ya­nı­na. O, kı­zı Türk­çe bil­mez sa­nır­ken, kız ona “Adın ne se­nin?” di­ye so­ru­ver­miş. Bir de ne­re­li ol­du­ğu­nu me­rak et­miş­miş… Bun­la­rın hep­si ka­dar gü­zel, çi­ko­la­ta uza­tıp ver­miş…

“O gün­den son­ra o kı­za âşık ol­dum iyi­ce. İşi­me dört el­le sa­rıl­dım. Ve her gün saç­la­rı­mı ta­ra­ma­ya baş­la­dım. Son­ra bu­luş­ma­lar baş­la­dı, de­niz kı­yı­la­rı­na ini­yor­duk. Ve bir gün ona aya­ğım­da­ki es­ki pan­to­lon­dan utan­dı­ğı­mı söy­le­dim. ‘Sen ne uta­nı­yor­sun, zen­gin­le­ri­miz utan­sın. Al­dır­ma böy­le şey­le­re, boş­ver.’ de­di. İş­te ben­de ilk sos­yal uya­nış, ga­li­ba bu Rum kı­zı ile baş­la­dı.”

Ek­mek kav­ga­sı

Nâ­zım Hik­met, Bur­sa Ce­za­evi’ne gel­di­ğin­de onu kar­şı­la­yan­lar ara­sın­da, tah­li­ye­si­ne üç yıl ka­lan bir mah­kûm da var­dır. O mah­kûm, Nâ­zım’ın ba­vu­lu­nu ta­şı­yan el­le­riy­le, “Sen” di­ye bir şi­ir ya­za­cak ve “Pro­me­te’nin çığ­lık­la­rı­nı  /  ka­ba kı­yım tü­tün gi­bi pi­po­su­na dol­du­ran adam, / sen be­nim ma­vi göz­lü ar­ka­da­şım, / ka­bil de­ğil unut­mam se­ni. /  26 Ey­lül 1943 / se­ni ya­pa­yal­nız bı­ra­kıp ha­pis­ha­ne­de / bir üçün­cü mev­ki kom­par­tı­man­da pu­pa yel­ken / ko­şa­ca­ğım mem­le­ke­te.” di­ze­le­ri­nin ya­zı­lı ol­du­ğu kâ­ğıt par­ça­sı­nı ko­ya­cak­tır ce­za­evin­den çı­kar­ken, ‘ma­vi göz­lü ar­ka­daş’ının ce­bi­ne. On gün son­ra ay­nı Nâ­zım, “Dı­şa­rı­da kuş­lar ötü­yor. / Dağ­lar kır­mı­zı ve çıp­lak­tır­lar. / Ka­vak­la­rın kıl­çık­la­rı sa­rım­tı­rak yap­rak­la­rın al­tın­da kal­dı. / De­min­den be­ri ko­ca­man bir ley­lek / sa­bır­lı ve ha­ma­rat, / önü­müz­de­ki vi­ra­ne­lik­ten çer çöp top­lu­yor yu­va­sı için.” di­ye­rek baş­ka bir şi­ir ya­za­cak­tır.

Bu­nu ne­den mi söy­le­dim?

Sa­bır­lı ve ha­ma­rat ko­ca­man bir ley­le­ğin yu­va­sı için çer çöp top­la­ma­sı…

Ya­lı­na­yak ço­cuk­la­rın ve ih­ti­yar ko­ca­ka­rı­la­rın, el­le­rin­de­ki pas­lı te­ne­ke­ler­le bir ala­yın çöp­lü­ğün­de yi­ye­cek ara­ma­la­rı… Ay­nı çöp­lük­te, ton­ton enik­le­ri­ni ya­nı­na alıp do­la­şan me­me­si sark­mış di­şi kö­pek­ler ile sıh­hat­ten ge­ril­miş ka­rın­la­rı­nı gü­ne­şin al­tı­na de­vi­rip uyuk­la­yan er­kek kö­pek­ler…

“Gün gel­di, alay, mem­le­ke­tin gü­ven­li­ği­ni da­ha iyi sağ­la­ya­bi­le­ce­ği, da­ha önem­li bir mev­ki­ye kalk­tı, ye­ri­ni bir ‘oto bö­lü­ğü’ al­dı… Mut­fak­ta ka­ra­va­na kay­nı­yor­du. La­kin alay za­ma­nın­da­ki bol­luk ne­re­de…”

Gün ge­lir, oto bö­lü­ğü de kal­kar or­ta­dan. Mut­fak­ta ye­mek piş­me­me­ye baş­lar. Kü­çük ten­ce­re­ler­de nö­bet­çi er­ler için pi­şen bir­kaç ki­şi­lik ye­mek­ten baş­ka ye­mek piş­me­yin­ce, çöp­lü­ğe bir­kaç par­ça ke­mik, bi­raz da ek­mek için­den baş­ka bir şey dö­kül­mez olur.

Kış, tüm acı­ma­sız­lı­ğı­nı gös­ter­mek üze­re­dir. Ko­ca­ka­rı­lar, ya­lı­na­yak ço­cuk­lar ve kö­pek sü­rü­le­ri ge­ne gel­mek­te­dir çöp­lü­ğe; ama da­ha umut­suz, da­ha umar­sız…

“Er­kek kö­pek­ler da­ha si­nir­li, da­ha kav­ga­cı ol­muş­lar­dı. Kan­cık­la­rın peş­le­rin­de­ki enik­ler de pa­laz­lan­mış­lar­dı, la­kin za­yıf­tı­lar. Ba­zen ufa­cık bir ayak do­la­şık­lı­ğı yü­zün­den er­kek kö­pek­ler­den bi­ri ga­za­ba ge­li­yor, ana­yı enik­le­ri bir­bi­ri­ne ka­rış­tı­rı­ve­ri­yor­du.”

Aç­lık­mış ey oğul, çi­le­siy­le, der­diy­le, se­vin­ciy­le bir bü­tün­müş de bu be­den; aç­lık­mış ayı­ran her­ke­si her­kes­ten…

‘Ek­mek Kav­ga­sı’ ad­lı bu öy­kü, tam bu­ra­da adı­na ya­kı­şır bir sah­ne­yi su­nar tüm şid­de­tiy­le… Kö­pek­ler­le in­san­lar ara­sın­da bir ke­mik par­ça­sı yü­zün­den baş­la­yan ‘ek­mek kav­ga­sı’…

“Du­ma­nı tü­ten yağ­lı bir ke­mik par­ça­sı­nı te­ne­ke ku­tu­su­na sok­ma­ya uğ­ra­şan ko­ca­ka­rı­nın ya­nı­na si­nir­li bir er­kek kö­pek usul­la­cık so­ku­lu­yor, us­ta bir pen­çe vu­ru­şuy­la ke­mi­ği dü­şü­rü­yor, ko­ca­ka­rı­nın dö­ne­ne ka­dar, ağ­zın­da ke­mik par­ça­sıy­la fır­lı­yor, ko­ca­ka­rıy­sa, diş­siz ağ­zıy­la ka­ran­lık ka­ran­lık ulu­yor­du: Al­lah kah­ret­sin, e mi! İki gö­zün kör ol­sun, e mi!”

Ba­ha­ra doğ­ru man­za­ra da­ha da fark­lı­la­şır. Kö­tü­ye git­miş­tir her şey… Ar­tık bir kö­pek­le da­laş­ma­yı gö­ze al­ma­ya de­ğe­cek ke­mik par­ça­sı da kal­ma­mış­tır. İki ‘ko­ca­ka­rı’ yan ya­na otu­rup es­ki ‘gü­zel’ gün­le­ri yâd eder­ler. “Bu as­ker­cik­le­ri de ne de­me­ye alıp gö­tü­rür­ler san­ki bur­dan?” de­me­den du­ra­maz­lar. “Bet be­re­ket var­dı… Yi­ye­ce­ğin sö­zü mü olur­du? O ca­nım fa­sul­ye­ler, no­hut­lar, bö­rül­ce­ler… Ya pi­rinç pi­lav­la­rı?” der­ler… Bü­tün bu ‘yok­luk­la­rı­nın’ fa­tu­ra­sı­nı ki­me çı­ka­rır­lar? Bir za­man­lar bu ül­ke­de, her şe­yin fa­tu­ra­sı­nın çı­ka­rıl­dı­ğı Mos­kof­la­ra!..

“Harp var­mış harp! Mos­kof ge­ne ka­fa kal­dır­mış di­yor­lar!”

“Al­lah sen gös­ter­me ya­rab­bi!” der öte­ki. Ak­lın­dan, Bal­kan Har­bi’nin ara­ba te­ker­lek­li top­la­rı ge­çer; öl­müş as­ker­ler, buğ­day çu­val­la­rı, yük­lü bir ara­ba­nın te­ker­le­ği al­tın­da ka­fa­sı ezil­miş bir ço­cuk ce­se­di ge­çer…

“Bun­dan ge­ri koy­ma ya­rab­bi!”

Aç­lık kor­ku­su sar­mış­tır iki be­de­ni de… Sa­vaş ol­ma­sın da, as­ker­ler git­me­sin. As­ker­ler git­me­sin de, mut­fak­ta ka­zan­lar do­lu­su ye­mek­ler piş­sin. Kö­pek­ler­le ek­mek kav­ga­sı­na tu­tuş­ma­ya ra­zı­dır iki­si de… O es­ki mut­lu(!) gün­le­ri çok uzak­ta­dır ar­tık.

Bu­gün, “Al­lah sen gös­ter­me ya­rab­bi!” der ‘öte­ki’. Ak­lın­dan, Irak Har­bi’nin tank­la­rı ge­çer; öl­müş as­ker­le­ri ve­ya ka­fa­sı­na buğ­day çu­va­lı ge­çi­ril­miş esir as­ker­le­ri, bir pan­ze­rin te­ker­le­ği­nin al­tın­da ka­fa­sı ezil­miş bir ço­cuk ce­se­di ge­çer.

“Bun­dan ge­ri koy­ma ya­rab­bi!”

Da­ha kö­tü­sü de ola­bi­lir­di ey okur… Ama yi­ne de aç­lık kor­ku­su sar­dı Tür­ki­ye’yi. Aç­lar me­zar­lı­ğı­na dön­dü ban­ka­ma­tik­le­rin önü… Kış­tı, so­ğuk­tu her yer; üşü­dü, don­du, öl­dü aç kö­pek­ler­le bir­lik­te aç in­san­lar… Oy­sa ak­lı­ma mey­dan­lar­da “Bu ül­ke­de aç­lar me­zar­lı­ğı yok!” di­ye ba­ğı­rış­la­rı ge­li­yor ton­ton am­ca­la­rın. Ta­bak­ta bir pi­rinç ta­ne­si ka­lır­sa, o çok kü­ser­miş son­ra ba­na. Bı­rak­ma­dım hiç.

Hiç bu­la­ma­yan­lar dü­şün­dü­rü­le dü­şün­dü­rü­le ter­bi­ye edil­dim ben. Ter­bi­ye edil­miş bir et par­ça­sı ol­dum son­ra, ka­sap­laş­mış dü­ze­nin gö­zün­de

Kim gir­di içe­ri?

4 Ha­zi­ran 1970 gün­lü Bul­gar ba­sın-ya­yın or­gan­la­rı öl­dü­ğü­nü du­yu­rur­lar, 1932’de Bey­rut’ta ters çev­ril­miş bir gaz san­dı­ğı üs­tün­de otu­ran de­li­kan­lı­nın. Bul­ga­ris­tan’a da ölüm sür­gü­nü­ne gön­der­miş­tir onu bu ya­şam…

5 Ha­zi­ran gü­nü Ka­pı­ku­le’den Tür­ki­ye’ye gi­rer ce­na­ze­si. Ba­ba­es­ki’ye uzun bir araç kon­vo­yuy­la iler­le­yen ce­na­ze ara­ba­sı­na bir iş­çi yak­la­şır ve bir çi­çek de­me­ti uza­tır. De­me­tin üs­tün­de şun­lar yaz­mak­ta­dır:

“Biz iş­çi­ler, ha­tı­ran önün­de say­gıy­la eği­li­riz.”

Onun ölü­mü­ne ağıt ya­kan­lar­dan bi­ri de Fa­zıl Hüs­nü Dağ­lar­ca’dır ki, Ba­ba­es­ki’de­ki iş­çi­yi hak­lı çı­ka­rır:

“Ses­len­di bez do­ku­yan, bas­ma do­ku­ya­na / Duy­du­nuz mu ar­ka­daş­lar, / Kim çık­tı dı­şa­rı / Or­han Ke­mal.” di­ye­rek baş­la­dı­ğı şi­iri­ni, “Ses­len­di ulu çı­na­rın kö­kü ulu­ca ka­va­ğın kö­kü­ne / Duy­du­nuz mu kar­daş­lar, / Kim gir­di içe­ri / Or­han Ke­mal.” di­ye­rek bi­ti­rir.

İçe­ri gir­miş­tir Or­han Ke­mal, “Al­lah’ın aç­lık­la ter­bi­ye et­me­ye ça­lış­tı­ğı” kar­daş­la­rı­mı­zın ya­nı­na… Ki­tap­la­rıy­la ölüm­süz­leş­tir­di­ği, ölü­mü aç ka­rın­la­rı­na sap­la­nan bir bı­çak­mış gi­bi kar­şı­la­yan­la­rın ya­nı­na…

Ek­mek kav­ga­sı sü­rü­yor…

UT­KU ERİ­ŞİK

 

Sonraki Gönderi

Zeyno - Aşık İhsani

Kategoriler

Güney Sayı 104

Yılmaz Güney’i anıyoruz!

İnsanın değerinin olmadığı bu sistemde insan kalmak!

Çukurova Kitap Fuarı’ndan İzlenimler

Kamuoyuna açıklama

15. Çukurova Kitap Fuarı

Yılmaz Güney bizimle!

103. sayımız çıktı

Güney Sayı 103

Mağdurların anılarını canlı tutma mücadelesi

Eskişehir

102. sayımız çıktı

Güney Sayı 102

Ayvalık/Balıkesir

Kocaeli/Gebze

İsviçre satış noktaları

Avusturya satış noktaları

Almanya satış noktaları

101. sayımız çıktı

Güney Sayı 101

Bir bildirge denemesi: Devrimci Gerçekçilik

Süleyman Özdemir

Davet: Yılmaz Güney’i anıyoruz!

DAVET

100. sayımız çıktı!

Güney Sayı 100

Politik tutsaklar ve “hapishane edebiyatı”

Yusuf’suz bir yıl!

“Tutsak Kitapları Sergisi” İzleyicisiyle Buluştu

14 Şubat Dünya Öykü Gününe binaen

İnstagram

  • Etkinliğimizde Muzaffer Doyum kitabını imzalayacak
2 Nisan Pazar 2023 
Saat 14.00 
Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
  • Doğumunun 86. yılında “Halkın sanatçısı halkın savaşçısı” Yılmaz Güney bizimle
Etkinliğimizde Fatoş Güney kitabını imzalayacak
2 Nisan Pazar 2023 
Saat 14.00 
Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
  • İnsanın değerinin olmadığı bu sistemde insan kalmak!

Büyük bir felaket yaşıyoruz. Depremde hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına ve dostlarına sabırlar diliyoruz. Yaşananlar karşısında derin bir üzüntü içindeyiz. Söylenecek sözlerin artık tükendiği noktadayız. Depremin sonuçları; acı, ölüm, açlık ve sefaleti arttırdıkça arttırıyor. Yoksul emekçilere ulaşılamayan yardımlar acımızı daha da büyütüyor, duyulan feryatlar karşısında yüreklerimiz dağlanıyor, ama yetmiyor! Yaşadığımız azap depremzedelere çare olmuyor. Yine yaşananları seyretmekle yetiniyoruz, ama yetmiyor işte.

El yordamıyla hayatta kalmaya çalışanlar, kadınlar ve çocuklar felaketle boğuşurken toplum olarak suçluları arıyoruz. Bunlar ya müteahhit, ya iktidar yada yetersiz kalan kurtarma ekipleri oluyor; suçlular çok fazla, suçlular bitmiyor ve biz her felakette yaşananları balıklar gibi seyredip unutuyoruz.

Kapitalistlerin daha fazla kâr uğruna insan hayatını hiçe sayan yapılar inşa etmesine dur diyemediğimiz sürece, bizleri yoksullaştırarak harabe evlerde yaşamaya mahkum edenlere, müteahhitlere ve onların deprem yönetmeliğine uygun olmayan yapılarına izin veren devlet kurumlarına dur diyemediğimiz sürece, insanın ve türlerin yaşam hakkını koruyan merkezinde insanın olduğu bir sistem kurmadığımız sürece yaşanan felaketlerin suçluları bizleriz. Şairin de söylediği gibi “demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

Her şeye rağmen can pahasına yardıma koşan insanların, insan üstü çabaları da çok değerli olduğunu görüyoruz. Herkesin yapabileceği çok şey var. Yardım için acil ihtiyaçların karşılanması ve ihtiyaç sahiplerine ulaşılması gerekiyor. Gönüllü, yardım birliklerine katılabilenlerin zaman kaybetmeden harekete geçmesi önemli. Bütün okurlarımızın bu dayanışmaya katılacağını biliyoruz ve imkanı olanlara çağrıda bulunuyoruz: Yardım için gönüllü olun ve elinizden geleni yapın! “Şimdi birlik olma zamanı” diyoruz ama, bu kadarıyla değil tabi ki, bu köhnemiş sistemi ortadan kaldırmak için de birlik olma zamanı. İşçilerin, emekçilerin yaşamını elinden alan, 
Yazının devamı için; https://guneykultursanat.org/insanin-degerinin-olmadigi-bu-sistemde-insan-kalmak/
  • DOĞUMUNUN 86. YILINDA “HALKIN SANATÇISI HALKIN SAVAŞÇISI”
YILMAZ GÜNEY BİZİMLE ETKİNLİĞİNDE BULUŞALIM
2 Nisan Pazar günü saat  14.00 te  Cemil Candaş Kent Kültür Merkezinde buluşalım.
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
İletişim: 0541 801 35 02/0533 501 64 62
Giriş ücretsizdir
  • Çukurova Kitap Fuarından İzlenimler
Bir kitap fuarı etkinliğini daha geride bıraktık. Çukurova’nın bahar aylarını aratmayan güneşli dokuz gün boyunca iyi yönleri ile hatırlanabilecek bir fuar olduğunu söylemek yanıltmaz bizi. Bu kadar ilgiyi başlarda beklemiyorduk. Hayat pahalılığının olumsuz koşulları altında, enflasyondan en çok zam gören kalemlerden kitapların  temel ihtiyaçlar listesinde en sonda olabileceği ilk aklımıza gelen olmuştu: Tabi bu olgu yaşadığımız toplumun henüz değişmeyen özelliklerinden biri olmaya devam ediyor.  Fakat yinede tüm bu yoksulluğa rağmen, kitaba para ayıran önemli bir okur kitlesi de vardı. Her ne kadar burç kitapları ve kişisel gelişim üzerine yazılı kitaplar ilgisinden değer kaybetmese de ve kitap olsun çamurdan olsun diyenler dışında Çukurova’nın iyi bir okur çevresine sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Fuar boyunca, dergimizin standına da ilgi büyüktü. Güney’in yeni ve bir kısım eski sayılarını, İnter ve Dönüşüm Yayınlarının çeşitli kitaplarını standımızda bulundurmuştuk. Fuarda Marksist-Leninist külliyatı bulunduran tek standın bizde olması bir eksiklik olduğu kadar, ilginin sebebi de olduğu söylenebilir. Bizi şaşırtan ise kitaplarımıza ve dergimize duyulan ilginin 14-17 yaş aralığındaki gençlerin oluşturmasıydı. Bu yaş grubu için herhangi bir kuşak tespiti yapmak güç. Yaşlara göre kategori belirlemek yeni moda olsa da bu gençlik başka türlü ilerliyor diyebiliriz, hem de bize hiçte uzak olmayan bir ilerleme. Belki bunu yaşadığımız iki örnekle açıklamak düşüncemizi haklı çıkaracaktır. İlki, henüz 15 yaşında genç bir kız, oldukça zarif ve iyi giyimli; bu haliyle orta halli, kültürlü bir ailenin çocuğu olduğu kesin. Ama bizim açımızdan şaşırtıcı olan bu kızın merakı: “Demokratik devrim mi? Sosyalist devrim mi?” bu konu ilgisini çekiyormuş ve araştırma yapmak istiyormuş. Biz kendisine yaşı için ağır bir araştırma kitabı olduğunu söylemek isterken, babası – bu tür siyasi kitaplara çok ilgisi var, sürekli okuyor, bu konular ona yabancı değil- dedi. Tabi biz şaşırıyoruz. Bir diğer örnek ise Kollontai’nin kitabını gören 15 yada 16 yaşlarında genç bir erkek...(Devamı için: https://guneykultursanat.org/cukurova-kitap-fuarindan-izlenimler/)
  • Güneyden
  • Güney Kitaplığı
  • İçindekiler
  • Haber
  • Karikatür
  • Kitap
  • Makale
  • Öykü/Hikaye
  • Resim/Fotoğraf
  • Röportaj
  • Satış Noktaları
  • Şiir
  • Sinema
  • Tiyatro
  • Dosyalar

© 2021 Güney Dergisi

Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında

© 2021 Güney Dergisi

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In
Güney Size en son haberler ve güncellemeler için bildirimler göstermek istiyoruz.
Reddet
Bildirimlere İzin Ver