“Bebekleri öldürmek için /Göğün / yücesinden geldiler/
Göğün/ Ufukların mağrıplarıyla/ Haydutlar
(P. Neruda)”
“Hiçbir çocuk işkence veya diğer zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezaya tabi tutulmayacaktır. On sekiz yaşından küçük olanlara, işledikleri suçlar nedeniyle idam cezası verilmeyeceği gibi salıverilme koşulu bulunmayan ömür boyu hapis cezası da verilmeyecektir.
Hiçbir çocuk yasadışı ya da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. Bir çocuğun tutuklanması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır”(Çocuk Hakları Sözleşmesi, M. 37)
Birçok ülke gibi Türkiye’nin de raflarında küflenen ilk Çocuk Hakları Bildirisi 1924 yılında Çocukları Koruma Fonu Uluslararası Birliği 5. Genel Konseyi tarafından kaleme alındı ve kabul edildi. Metin Cenevre’de kaleme alındığından “Cenevre Bildirisi” ismini almıştır. Birinci maddesiyle “….on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır” diyen Bildirge’de sıralanan amaçların özü “… insanlığın çocuklara elindekinin en iyisini verme görevi ve yükümlülüğü olduğu…” ifadesidir.
Hakkını(!) vermek gerekirse Türkiye, özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan bu açıdan hareketle ülkesindeki çocuklara elindekinin en iyisini(!) veriyor! Kendisine övgü dizmeye hazırlanan özürlüler de dahil küçük çocukları sahte sevilerle kucaklıyor ve hatta öpüyor. Kürsülerde timsah gözyaşı akıtarak Filistin Çocukları’na zulüm yapıldığını haykırıyor! Kendi vurucu güçlerine de taş atan çocukların kolunu kırma, göz çıkarma, kafalarda cop parçalama, bacaklarından çekerek yerde sürükleme, işkenceye yatırma, alanlara çıkan binlerce çocuğu zindana kapatma emrini veriyor. Hem herkesin, hepimizin daha acısı Bildirgelere, Sözleşmelere, Çocuk Hakları Anlaşması’na imza koyan egemenlerin (mağriplerin) gözleri önünde… Uluslararası hukuk; silahlı çatışma halinde/bölgelerinde kadınların ve çocukların korunmasını zorunlu görüyor. Erdoğan ise 30 yıllık savaş bölgesinde “Önce, ‘terörist’ doğuran kadınları ve ‘terörist’ olan çocukları vurun!” talimatını veriyor.
1959 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gündemindeki çocuk sorunlarını tartışarak 20 Kasım 1959 tarihinde “Çocuk Hakları Bildirisi”ni kabul etmiştir. Kirli mirasi Osmanlı oyunları olan Türkiye Kürtlere uyguladığı kültürel soykırımın üstünü kapatmak için 23 Nisan 1979 günü Ankara’da Kürt Çocukları’nın yaklaştırılmadığı göstermelik “İlk Dünya Çocuk Parlamentosu”nu toplamıştır. Dünya Çocukları’nın; “Bizler, dünyamızın binbir çiçekli kocaman bir bahçe olmasını istiyoruz. Barışın ve güzelliğin kol gezdiği, güzelliklerle dolu bir bahçe. Dünyamızı renksiz ve çiçeksiz kılan bütün kötülüklerin yok edilmesini arzuluyoruz. Silahlanmanın, savaşın ve açlığın son bulmasını, bütün çabaların güzel bir yarına yönelik olmasını diliyoruz. Dünyamızda, düşünceleri yüzünden kimsenin baskı altında tutulmamasını istiyoruz. Biliyoruz ki, dünyamız güzelliklerle doludur. (…) Amacımız kardeşlikle örülü, dostluğun kol gezdiği bir dünyadır.” içerikli Kardeşlik ve Barış Bildirisi okunduğu gibi küflü raflara kaldırıldı.
Ve Türkiye 14 Eylül 1990 tarihinde; bu Bildiri’nin kültürel soykırımı yasaklayan üç maddesine (17, 29 ve 30.) çekince koyarak imzalamış ve 9 Aralık 1994 tarihinde TBMM’de onaylamıştır. Türklüğü esas alan tekçi Anayasalarında da “(Bizden olmayanlar hariç) Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz. (M.17/3)” maddesi yer alıyor.
Ancak İnsan Hakları Kuruluşları, İnsan Hakları ihlalinde olduğu gibi Çocuk Hakları açısından da Türkiye’nin en katı/şiddet uygulayıcı ülkelerin ilk sıralarında yer aldığını rakamlarla ortaya koyuyor. Çocuklara karşı bu acımasız tutum aslında insanlığa, insan haklarına karşı tutumun görünen yüzüdür. Çocukların özgür olmadığı bir toplum zaten özgür olamaz. Bugün bulunduğumuz nokta itibariyle Türkiye bu barbar/vahşi ülkelerin başını çekiyor. Şu an binlerce Kürt çocuk zindanlarda işkence altındadır. Türk Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in TMK mağduru çocuklara ilişkin verdiği rakamlar ise korkunçtur, tüyler ürperticidir. Cemil Çiçek’in ‘Aslında onlar çocuk değil(!)’ incileri ise o çocukların hangi amaçla zindanlara kapatıldığını gösteriyor.
Öncesi bir yana Kürt köylerinin yakılıp yıkıldığı 1990’lardan bu yana milyonlarca Kürt çocuğu anneleri/babaları ile birlikte devlet şiddetine/hakaretine uğramıştır. Evleri başlarına yıkılan küçük çocuklar Türk devlet güçlerince eteklerine yapıştıkları anaları ile birlikte bacaklarından çekilerek, birer çöp torbası gibi baygın şekilde köy meydanlarına atılmışlardır. Yüzlerce, hatta binlercesinin gözleri önünde ana ve babaları ağır hakaret ve işkence görmüştür. Onlarcasının babaları; onların, o çocukların çığlıkları arasında gözleri önünde kurşuna dizilmiştir. Yetim/kimsesiz bırakılan o çocukların bir kısmı çıplak ve büyük bölümü aç/susuz ve yalınayak kaçarak ve yollarda saklanarak yaşam bulacakları bir in aramışlardır…
Varoşlara yığılanlar sokaklarda, yıkık binalarda ve naylon çadırlarda ölüm/kalım arasında yaşam sürdürmeye çalışmışlar. O dramı yaşayan çocuklardan Avrupa’ya kavuşanların bir kısmının sınıflarda bize aktardıkları inanılması güç ancak hepsi birebir gerçek olan o korkunç trajediler gecelerimize girmiş ve dünyamızı altüst etmiştir.
Bugün alanlarda olan bu çocuklar işkence ve zulmün yarattığı küçük direnişçilerdir. Diyarbakır zindanının estirdiği fırtınalardır! Yılların birikmiş öfkesidir. Temel insan hak ve özgürlükleri uğruna dağlara zorlanmış amcaları, ablaları, ağabeyleri öldürmeye uçan bomba/zehir yüklü jetlerin/kobraların çılgınlığını her saat yaşayan çocuklardır! Her an ölümü enselerinde gören çocuklardır. Ve onlar ölüme, öldürmeğe isyan eden küçük kahramanlardır.
Öldürmeğe yürüyen panzerlere taş atmaya zorlanan çocuklar! Onlar analarının karnında duydukları zulmün/işkencenin çığlıkları arasında dünyaya geldiler. Kendilerini kirli/kanlı bir savaşın içinde buldular. Aslında onlar suç işlemiyor. Tekbiçim sistem onları Kürt/demokrasi düşmanlığını esas alan antidemokratik yasaları kapsamında hak, hukuk ve adaleti zorlayarak zindanlara kapatıyor!
Yok sayılan anadilini, kültürünü, yasaklanan isimlerini ve daha açıkçası insanlık kimliğini isteyen çocuklar! İnkarcı/imhacı, hukuksuz ve adaletsiz sistemin cevabı: “Tek Millet, Tek dil, Tek vatan, Tek bayrak, Ne Mutlu Türküm, Bir Türk Dünyaya Bedel!” olmaktadır. İnsani istemleri için alanlardaki büyük kalkışlarda yer alan çocukların üzerine insan ve insanlıktan uzak robotlar ve panzerler sürülüyor, zehirli gazlar akıtılıyor, gözler kör ediliyor, kollar kırılıyor, kelepçelenerek zindanlara konuluyor! Bir zamanlar Adalet Bakanlığı yapmış şimdiki hükümet sözcüsü devletin solgun Çiçek’i “Onlar çocuk değil(!)” emrini veriyor. İnfazcılar onlara yaşlarının birkaç misli hapis cezası biçiyor. Ve başta UNESCO olmak üzere Kürtlerden yana kör dünya gibi bizler de, biz eli kalem tutan, dili laf edenler de bu trajediye, bu çocuk katliamına seyirci kalmaktayız.
Kör zindanlardan acılı mektuplar uçuruyorsunuz. Laf üretmekten başka bir şey yap(a)mayan aydın olamamış sözüm ona aydıncıklardan ve sisteme köle siyasilerden beklentiniz olmasın Sevgili Çocuklar! Aslında siz onların, o yağcıların, o yalakaların, o suskunların, o koltuk değneklerinin ağır faturasını ödüyorsunuz! Yaşamının en güzel yıllarını özgürlük için direnişe/ölüme adayan sizler cesur ve kahramansınız. Egemenlerin yazdığı, size yakışmayan kirli/kara tarihi çöplüğe atarak kendi tarihinizi kendiniz yazıyorsunuz. Sırtınızdaki özgürlük yükünün bedeli ağır da olsa mutlaka ama mutlaka başaracaksınız. Zira sizler, siz küçük kahramanlar insanca yaşanacak bir dünyanın şen çocuklarısınız! Egemenlerin cehenneme çevirdiği güzelim dünyamızın ölümsüz abideleri olacaksınız!
Ve şairin anlatımıyla “Siz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğdunuz/ Güneşi emziriyor analarınız!” Yan yana durarak, esir topraklara kızıl gülleri gömerek ve özgürlükleri yüksek sesle haykırarak, esaret zincirlerini birer birer kırarak, paslı kelepçeleri parçalayarak ve zindanlara meydan okuyarak Güneş’e koşuyorsunuz…
“Akın var, Güneş’e akın!” Güneş’i kucaklamanız yakın! Ve o gün bin yıllık kölelik sona erecek ve kahpe pusularda bekleyen elleri kanlı katiller ölüm yüklü makineleriyle ardına bakmadan ve bir daha dönmeyecek şekilde çekip gidecekler. Ama mutlaka gidecekler.
Selam size, direnişi beynimize, sevdası yüreğimize yüklü, Özgürlük Ateşi yakan siz yaşları küçük, koca yürekli Kahramanlara!
Ali Dağdeviren
(Oskar-Wachtel-Weg 12, 44149 Dortmund, Mayıs 2010, Tel.: 01608009011)